İstanbul'dan Paris'e uzanan hanedanlık
Camondo Müzesi'nde açılan hanedanın son fertlerinin yaşadığı yeni bölümde ailenin Türkiye'ye dayanan izleri de var.
Bu kez de Engizisyon İspanyası'nda başlayıp Nazi kamplarında bitmiş hem Galata hem de Paris sokaklarında iz bırakmış bir kaderin, Camondolar'ın peşindeyim. Değerli dostum sosyolog Nora Seni'nin, konu hakkındaki başarılı kitabı elime geçeli çok olmuştu ama bir türlü Paris'teki Camondo "ev müzesini" gezme fırsatı bulamamıştım. Müzede yeni bir bölümün görücüye çıktığını öğrenince, hanedanın son fertlerinin yaşadığı malikaneyi görmek ve onların Türkiye'ye dayanan köklerinden izler aramak için yola koyuluyorum. Müze müdürüyle "Camondolar" adlı kitabı Nora ile birlikte yazan koleksiyon sorumlusu Sophie, beni inanılmaz bir sıcaklıkla karşılıyor ve biraz da sitemle, şimdiye kadar hiçbir Türk gazetesinin müzeyle ilgilenmediğini söylüyorlar. Müzenin kapalı duran odalarını bile açıp çok özel parçalar gösteriyor ve uzun izahatlar veriyorlar. Burada çalışa çalışa ikisinin de artık ailenin bir ferdine dönüştüklerini, Abraham ve Nissim'den birer akraba gibi söz ettiklerini farkediyorum. Ailenin son bireylerinin toplama kampında katlediklerini anlatırken ikisinin de gözleri doluyor. Camondolar, 15. yüzyılda Kraliçe Isabella tarafından İspanya'dan kovulup II. Beyazıd'ın kucak açtığı ailelerle birlikte Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşirler.
İSTANBUL'DA İZ BIRAKTILAR Önce ticarette, ardından bankerlikte son derece başarılı olan ailenin fertleri, Tanzimat'ın mimarlarına danışmanlık etmeleri, Galata ve Pera'da edindikleri mülkler ve bu semtlerin düzenlenmesinde oynadıklari rolle de İstanbul'a damgalarını vururlar. Malikanelerinden banka binalarına inmek için yaptırdıkları merdivenler bugün de Camondo merdivenleri olarak anılıyor. Ayrıca Pera sosyetesinin 'Avrupai tarzda' eğlendiği tiyatro binaları, Boğaz'daki köşk ve yalıları da son derece rafine bir hayat yaşadıklarının kanıtı. Ancak finans dünyasının devletle ilişkilerinin güçlesmesiyle yeni neslin temsilcileri Abraham ve Nissim kardeşler Paris'e yerleşecek ve Babiali'yle yaptıkları operasyonları buradan yöneteceklerdir. Son derece iyi Fransızca konuşan, kültürlü ve çekici gençler, Paris'e gelir gelmez aristokrasiyle içli dışlı olmanın işleri açısından önemli olduğunun farkına varıp ince zevklerini sergilemeye başlarlar. Belki de bu 'kabul edilme' arzusuyla, iki kardeşin mektuplarında asla İstanbul'a özlem duygusuna rastlanmaz. Biraderler, Fransız kültürüne duydukları hayranlığın da etkisiyle, Paris'e hemen adapte olur, 'alafranga' bir hayata yönelirler. Bu dönemde, Camondolar'ın evlerindeki davetlerin ihtişamı, av partilerinin eğlencesi, atlarının ve arabalarınin güzelliği, ikramlarının lezizliği sık sık gazetelerde yer alır. Artık Camondolar, kışın Paris'te, yazın Cote d'Azur'de 'ekabir alemin' bir parçası olmaya hak kazanırlar. Sevr porselenlerini sergilemek için yaptirdıkları odada gözlerim Türk çinilerini arıyor ama nafile. Titizlikleriyle iyi koleksiyoncu olmayı başaran, müzayedelerden harika parçalar toplayan Camondolar'ın, işte böyle bir halet-i ruhiyye ile döşedikleri evlerinde, birkaç halı, sahan ve nargile dışında İstanbul'dan hiçbir iz aramamam gerektiğini hemen kavrıyorum. Ayrılmaz iki kardeşin aynı yıl ölmesiyle, İstanbul'dan göç eden nesil yerini Paris'te yetişen nesle bırakacak, yavaş yavaş satılarak parçalanan koleksiyonlar gibi, aile de parçalanacak, son fertlerinin de 2. Dünya Savaşı'nda kamplara düşmesiyle Camondo ailesi tamamen sönecekti. Camondolar gibi çok özel bir hanedan hikayesini kısacık bir makaleye sığdırmaya çalışmak öylesine zor ki meraklılara Nora Seni ve Sophie Le Tarnec'in birlikte yazdıkları "Camondolar" adlı kitabı şiddetle tavsiye ediyorum.
Sedef Ecer
|