AB'liler neden yatırıma gelmiyor?
Paris dönüşü sırasında başbakan Erdoğan'ın AB ile müzakerelere başlama konusunda ummadığım ölçüde iyimser olduğunu görünce kendi gözlem ve izlenimlerimi sorgulama ihtiyacı duydum. Gerçi Fransa seyahatinden beklentim sınırlı olduğu için gerekli mesajların verildiği ve dolayısıyla ziyaretin amacına ulaşmış sayılması gerektiği yolundaki düşüncemi koruyorum. Ancak nihai hedef açısından başbakanın içinde bulunduğu iyimserliği paylaşmakta zorluk çekiyorum. Bu ölçülü kötümserliğimin dayanakları ve gerekçeleri hem çok, hem de pek muhtelif.. Bir kere Türkiye'nin 'lobi faaliyeti' yapmak üzere bir süre önce Fransa'ya gönderdiği aydınların pek fazla iyimser olmadıklarını biliyorum. Daha ihtiyatlı söylemek gerekirse; 'Erdoğan'ın gezi sonrasındaki rahatlığını paylaşacak kadar iyimser olduklarını sanmıyorum' demeliyim. Ayrıca gözlem ve değerlendirmelerini son derece ilginç bulduğum Sabah'ın Paris muhabiri Belkıs Kılıçkaya'nın 'nihai tahlilde bu Fransızlar'a pek güven olmaz' yolundaki yargısı da kafamda yankılanıp duruyor. Bu tür mukayese ve iç tartışmaları yaşarken değerli okur İsmail Gökal'ın Madrid'den yolladığı ileti ile karşılaşıyorum: - İspanya'da iş dünyası ve medya seçkinleri içinde Türkler'i AB üyesi görmek isteyen kimse yok. Yeni hükümet Türkiye ve Türkler'e çok mesafeli bir zihniyete sahip.. İspanyollar Türkler'i Arap zannedecek kadar bize uzak. Nerede Akdenizli olmak? Öyle bir şey yok.. Türkiye'nin AB'ye alınacağına ilişkin, en ufak bir işaret göremiyorum. Anglo-Sakson basınını izliyorum. Kesinlikle öyle bir hava yok. Bir de işin iktisat tarafına bakalım. AB coğrafyasındaki çokuluslu firmalar en son AB üyesi olan 10 ülkede 1990'lı yılların başından beri toplam 98 milyar Euro değerinde doğrudan yatırım yaptılar. Türkiye'de bu yapılamadı.. Oysa bir 'entegrasyon' teorisi var. Denir ki; entegrasyonun gerçekleşebilmesi için önce yatırım yapılmadır. AB firmaları, Türkiye'ye yatırım yapmadıklarına göre şu ana kadar Brüksel'in Türkiye'yi siyasi bir kararla üye yapması imkansızdır. Bir yanda başbakanın özgüvenle iyimserliğini dışa vurumu; öbür yanda AB karşıtı olmayan kötümserlerin gözlemleri.. (Seyahatin başarısız geçtiği yolundaki yargılardan değil; genelde Türkiye'nin AB üyeliği konusunda, özelde de müzakerelerin başlaması hususunda kötümser olmaktan söz ediyorum.) Bir tarafta en üst düzey resmi sorumlunun 'final oynuyoruz' diyecek kadar iddialı iyimserliği; öbür yanda da saha kenarından kuşkucu gözlerle olan biteni izleyen -üstelik de AB karşıtı olmayan- gözlemcilerin kötümserliği.. Gerçi başbakan ziyarete katılanlara uçaktan inerken verdiği veda mesajında 'bu geziyle Fransa'da gelişen olumlu yaklaşım'ın devam edebilmesi için herkesin katkı yapmasını rica ediyor, böylece birkaç saat önceki 'final oynuyoruz' beyanının içerdiği iddiaya bir 'ihtiyat' payı da katmış oluyordu..
*** Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen cephenin iyimserleri mi, kötümserleri mi daha gerçekçi? Doğrusu Fransız işadamlarının aleni bir şekilde 'Türkiye lehine bu konuda bir şey yapamayız' demelerini hatırladıkça kötümserleri daha gerçekçi buluyorum. Tabii bu noktada, bir kısmı Türkiye'den büyük karlar elde eden Fransız girişimcilerin tavrını derinlemesine sorgulamak kaçınılmaz oluyor. İnsan ister istemez soruyor: - Acaba Türkiye'nin AB üyesi olması, - bilemediğimiz bir şekilde- Fransız yatırımcıların çıkarlarına büsbütün aykırı mı? Sözgelimi, AB ile üyelik müzakereleri başlayınca Türkiye'deki 'görece ucuz istihdam cazibesi' ortadan mı kalkacak diye düşünüyorlar?. - AB'li yatırımcıların, saya saya bitiremediğimiz iştah kabartıcı yönlerine rağmen Türkiye'ye yatırım yapmaya bu kadar soğuk ve uzak durmaları sadece yapısal reformları tamamlamayışımız, mevzuat köhneliğimiz, bürokratik iticiliğimiz veya iktisadi dalgalanmalarımız gibi yalnızca bizim kabahatimiz olan teknik noksanlardan mı, yoksa başka hesaplardan mı kaynaklanmaktadır? Yoksa bu soruları 'komplo' cephesinde yer almak mıdır?
|