Vicdan güvenliği
Türk işçisine uygulanan aldatıcı bir mizansen çıkmasını umduğum- infaz karşısında öfke ve acıma hislerinin hakkını verdikten sonra zorunlu ahlaki, insani, siyasi ve stratejik muhasebeyi yapabiliyor muyuz? Herhalde insanoğlu için en zorlu çaba hala özeleştiri.. Kendi kendisiyle yüzleşmeye kimimizin cüreti, kimimizin zihniyeti elvermiyor. Temel soru evrensel bir muamma: Uluslararası toplum ne demekse- 'terör' ile 'direniş mücadelesi' arasındaki fark hususunda samimi bir uzlaşmaya varana -ve bu uzlaşma dünya çapında kabul görüp benimsenene kadar- birileri için 'kuduz saldırgan' olan kişi veya örgütler, başka birileri için kahramanlık timsali olmaya devam edecek.. Bu durumun bütün insanlık için korkunç derecede çürütücü bir duygusal kirlilik oluşturduğunu acaba ne ölçüde gözleyebiliyoruz? Hangimiz şiddet eylemlerine karşı tavrımızı belirlerken, şirketimizin ve ülkemizin çıkarlarına, inanç ve ideolojilerimizin dayattığı yorumlara göre vaziyet almaktan sakınabiliyor, tamamen evrensel duyuş ve bakış geliştirebiliyoruz? Sözgelimi Türk işçisinin infazı karşısında kapıldığımız dehşetin kaçta kaçını, benzeri bir eylem ABD'li sivile uygulandığı takdirde hissedebiliriz?
*** Hemen her toplumun hanesine ibret için yetecek kadar bu tür ürpertici olay düştüğü halde evrensel bir 'terör karşıtı ahlaki çerçeve' oluşturamadık. Bu korkunç işlerin içinde olmaktan hiç vazgeçecek gibi görünmeyen gizli servislerin yapıları sorgulanmaya başlanmadıkça herhangi bir şekilde evrensel çerçeve geliştirmek mümkün de değil. Şiddet eylemleri örgütlerden çok, olayın yerine ve türüne göre şu veya bu devlete çıkar sağlamaya devam edebildiği sürece terörün gerileyeceği de yok. Esasen küresel çetelerin silah sanayilerini büyüterek sürdürmek gibi bir imanları olduğu için, 'savunma konsepti' adı altında 'saldırı gerekçesi' olarak dünya çapında düşmana mahkum bulundukları belli. Bu da birkaç Bin Ladin ile olacak iş değildir. Devasa tankları üretmeye ve satmaya devam edebilmek için, kitleleri yok edebilmek üzere uranyum zerreciklerinden bombalar yapabilmek için, hasım ordulardan daha ürkütücü terör çetelerine değil kitlelerine ihtiyaç var.. Bunu özellikle tasarlayıp ısmarlamak çılgınlık ama Irak'a saldırabilmek için bile bile hayasızca yalan üretenlerin böyle korkunç tezgahlara kalkışacak kadar sapkın olmadıklarına hükmetmek de saflık.. Küresel sömürgecilerin bir zamanlar dört elle sarıldığı 'komünist tehlike' yerine şimdi de terör öcüsü var.. Bu öcü, şimdiki cesametiyle Kızıl Ordu kadar ürkütücü olmadığına göre büyütülmesi, birileri için kaçınılmaz bir küresel strateji. Öyleyse birey, can güvenliği açısından hiçbir çağda olmadığı kadar ağır ve yaygın bir risk ile karşı karşıya.. Yeryüzündeki yedi milyar insanın her biri her an bir terör eylemi sonucunda öldürülebilir veya sakat bırakılabilir. Hadi diyelim ki tevekkül sahibi bir insan olarak 'Nasılsa öleceğim, yazgı neyse o olur, ha bugün, ha yarın, ne fark eder' diyenlerdensiniz.. Bu düşünce aynı zamanda samimiyetle yaşadığınız bir inanç ise can güvenliği diye bir tasanız olmadığı varsayılabilir. Ancak bu inanç sizi küresel beladan kurtarmaya yetmez.. Belki size göre can güvenliği sorununuz olmayabilir ama vicdan güvenliği sorununuz muhakkak vardır. Bu öyle bir sorun ki; sinsi kansere yakalanmış gibi, çoğu zaman ölümcül çürümeyi iş işten geçtikten sonra fark edersiniz.. Bir bakarsınız ki, terörü uygulayanlar ile terör kurbanları karşısında çifte ölçüt, hatta çok başlı ölçüt kullanmayı ahlak edinmişsinizdir. Evrensel afet olarak böylesine yaygın can güvenliği sorunu kadar, belki ondan da büyük dava vicdan güvenliğidir. Bu süreç devlet terörü ile 'devlet eli bulaşmamış terörü' (?) birbirinden ayrılmaz hale getirdiği için, herhangi bir şiddet eylemini ötekinden daha kötü veya daha az kötü görmek durumunda kalabiliyor, bazı cinayetleri vahşi, bazılarını evcil bulur hale geliyor; böylece evvela karşıtlarımızın vicdanlarından umudu kesiyor, sonra da kendi vicdanlarımızdan şüphelenmeye başlıyoruz. Yeni dünya düzeni herhalde vicdansız yaratıklar sürüsü öngörüyor..
|