Göbekten ters aşı
Moda dininin merkezi Paris'te 'göbeği aç' komutu bizdeki kadar etkili olamamış.. Tabii bu yargıya; 'Dünyanın merkezi'ni soranlara 'Tam bastığım yerin dibidir' diye cevap veren Nasrettin Hoca yöntemiyle varıyorum: Champs Elysee bulvarını boydan boya yürüyor ve orana vuruyorum; sonuç moda dininin kıblesi adına hüsran!! Bu bilimsel (!) ölçüme göre en çok yirmi genç bayandan biri açık göbek yürüyor. Hele yaşlı başlı hanımların, özellikle de değirmen taşı göbekli olanların bu modaya bizdekinin binde biri kadar iltifat ettikleri yok.. Demek ki, bir dönem bütün dünyayı etkileyen fikirlerin beşiği Paris'i modanın uçuk uygulamalarında sollamışız.. Lakin 'fikir alma' işine gelince hüsran bizim mülkümüz! Ta Jön Türkler'den beri buralara gelenimiz mukayeseler yapmış ve özendiği fikir, buluş ve oluşları ülkesi için de dayatır hale gelmiş.. Ama bu karşılaşma ve karşılaştırmaların en önemli sonucu, her devir Jön Türklüğünün ruh dünyasındaki uzun ömürlü 'ters aşı' olmuş.. Çünkü bunlar ancak Paris'i görünce aradaki uçurumu ölçebilmişler.. Oysa ülkelerinde iken savaş yenilgileriyle bu uygarlık temelli hezimeti algılayamıyorlardı. Belki birçoğuna göre, daha iyi bir Padişah veya daha zeki bir Sadrazam gelirse yenilgiler bitecekti. Fikirler fırtınasının merkezinde böyle olmadığını kavrayanların çoğu yine benzeri bir kestirmeciliğe kapıldılar.. Bu sefer acul padişah ve sadrazam değişikliği değil, birtakım uyarlamalar aradaki uçurumu hemencecik kapatacaktır! Böylece bu genç adamlar bir 'değişim dönüşüm öncüsü' olarak Türk toplumuna kendi 'ters aşı'larını aktardılar: Batı'nın kurumlarını kopya ettiğimiz an ihya oluruz! Bu, yerine neyi nasıl koyacağını belirlemeden 'önce devrim' ateşine tutulmaktı. Zamanla devrim tutkusu neredeyse 'devrim için devrim' çılgınlığına kadar vardı. İttihat'çılardan Talat Aydemir'e kadar hep bu hastalıklı ilaca sarılan aydınlar ve öncülerle yatıp kalktık. Sanki ileri uygarlığın anahtarları 'iktidar' masasındaydı. Oraya oturunca 'sanatta, kültürde, bilim ve teknolojide oluşmuş muazzam açığı kapatma düğmesi'ne basınca her şey olup bitecekti. Kimse Osmanlı'nın en parlak çağı sayılan Kanuni devrinde toplumun çoktan çürümeye başladığını görmüyor veya görmek istemiyordu. Daha Fatih'ten önce yeni bir uygarlık atağı için Batı'da zembereğin kurulduğunu; Leonardo Da Vinci'lerin, Dekart'ların 'iktidar anahtarı' ile değil, Haçlı Seferleri ile başlayan değişim ve gelişim rüzgarlarıyla bütün bir kıta üzerinde esen yenileşme ve yenilik üretme aşkının olağanüstü verimli hale getirdiği iklimde zuhur ettiklerini, Batı ile mukayesesinin baş tarafına kaydeden çok azdı.. Bu 'ters aşı', Batı'daki yeni fikirleri Paris'in heyecanlı misafirlerinin eline birer mucizevi değnek gibi tutuşturuyordu.. İstanbul'a gelinceye kadar da bu fikirler basit birer 'nara' haline indirgeniyor, hatta çarpıtılıyordu. (Burada bir sohbetimizde Ali Bayramoğlu'nun 'Özünde Stalinci sola tepki niteliği de olan 1968 olayları, Türkiye'de tam aksine Stalinci solun fitilini ateşliyordu' deyişi 'tanım' gibi bir örnek..)
*** O gün de, bugün de ortada hala 'uygarlık yıldızları' uyuşmayan iki dünya var. Erdoğan'ın 'Tüccar Batı'nın dilini kullanarak AB üyeliği için destek istediği Fransa'nın -iştahı kabarmasına rağmen- tereddütlerini bastıramaması da bundan. Onlar bizim AB'ye nasıl bir rüzgar getireceğimize ilişkin kaygılar yaşıyorlar.. Biz ise hala 'AB Ölçütleri' diye fikir, ilke ve değerlerin 'içindekiler' sütunundaki başlıklarına takılıyız.. Kendi dünyamızda devraldığımız uygarlığın ne kadarının ölü, ne kadarının diri olduğuna ve ne kadarının diri kalmaya devam etmesi gerektiğine karara vermeden bir dönüşüm öngörüyoruz.. Batılı biliyor ve ürküyor. Biz bilmiyoruz ve 'Küllü cahilun cesur' fehvasınca gözü kara biçimde, kendi kendini bile açıkça tanımlayamayan bir birliğe girmeye can atıyoruz.. Erdoğan'ın 'AB bizim için olmazsa olmaz değil.. Kopenhag Kriterleri olmazsa, Ankara Kriterleri der, yolumuza devam ederiz' deyişi, Batı'daki derin gönülsüzlüğe tepkidir. Ancak o ölçütleri ve daha ileri olanlarını 'Ankara Ölçütleri' haline getirebilmek için önce bilimde, savunmada ve geçimde kendi kendine yeterliliği kazanmak şart.. Bu da, toplumun kimliğini temellendiren değerleri terk etmeden yenileşme ve yenilik üretme seferberliğine yönlendirecek 'doğru aşı' ile mümkün.. O doğru aşı, aşağılık duygusuna mağlup olmayan; Batı'yı da, Doğu'yu da bilimsel dürüstlükle inceleyip eksi ve artılarıyla değerlendiren aydınların işi..
|