'Oldum bağırsak veremi'
Son merkezi sınavlardaki ürkütücü başarısızlık üstüne anlamlı tartışma yapamıyor, sadece birkaç günlük 'eğitim üstüne dertlenme festivali' yaşıyor, 'sosyal içerikli magazin manşetleri' ile faslı tamamlıyoruz. Bu acıklı veriler aslında hala ciddi bir uygarlık çelişkisi yaşadığımızın belgesi. Bir sohbet ve şiir uygarlığından sayının ve yazının uygarlığına geçiş hali bunca zamana rağmen tamamlanmış değil.
*** Sohbet sadece konuşma değil, aynı zamanda dostluk.. Sohbet, hitabet de değil.. Hiç konuşmayan iki insanın bile sohbet halinde olmaları mümkün. Şimdi ise saatlerce muhabbet (?) eden insanlar arasında bile bir dirhem 'sohbet' gerçekleşmeyebiliyor. Üç asırdır sohbet ve şiir uygarlığı ile sayı ve yazı uygarlığı arasında hala köprüdeyiz.. Ne o yakaya vardık, ne de beri yakada kaldık.
*** Son yükseliş deneyini gerçekleştirdiğimiz İslam uygarlığını 'sohbet ve şiir uygarlığı' olarak nitelemek, orada yazının ve kitabın yokluğuna hükmetmek değil. Yazı ve kitap elbette bu toplumlarda, çağının diğer uygarlık çevrelerine göre en yüksek üst değer noktasındaydı. Sözgelimi Selçuklu zamanında bir valinin kütüphanesi, Batı'daki herhangi bir hükümdarınkinden bin kat daha zengindi. Ancak İslam uygarlığında kitlelerin yazı ve kitap ile ilgisi, şimdiki Türk toplumundan bile zayıftı.. Batı uygarlığı, büyük kitleleri de gittikçe artan bir yoğunlukta hesaba kitaba yönlendirdiği için ayırıcı özelliğini öne çıkarmak üzere sayı ve yazı uygarlığı diyorum. Orada çok kitap okumak olağan bir davranıştır, burada deliliğin başlangıcı.. Bu, Batı'yı kutsamak için yeterli mi? Orada da, bizde olmayan veya bizde henüz hafif yaşanan hastalıklar çok.. Aile bitmiş. Sohbet yok, dolayısıyla hakiki dostluk da yok. Bireyin refah hali dışında yaşayabilme iradesi kalmamış.. vs.. Mesele eğitim sefaletimizin gittikçe derinleşmesini olabildiğince önyargısız biçimde uygarlık boyutuyla sorgulamaya çalışmak. Son veriler karşısında her zamankinden daha güçlü bir eğilimle, hiçbir zaman tam batılı bir toplum olamayacağımıza hükmedesim geliyor. Ancak bu ne yakınma, ne de tam temenni.. Süreç tamamlanmış değil. İzliyor ve sorguluyoruz.. Kendimizde var olan her şeyi terk ettirtebilecek bir batılılaşma türü hala, veremli bir insanı çok daha rutubetli bir iklimde yaşatmayı andırıyor.
*** Eğitim sefaletimizin altında uygarlık çelişkisi aramaya yönelişimin bir sebebi de şimdiki haliyle pop müziğin yoğurduğu nesiller.. Toplum bu müzikle sadece ezgi zevkini değiştirmekle kalmıyor; özgün bir kültür çevresinin temel ilham kaynaklarından kopuyor, yakın ve uzak tarihin duyarlılık türlerine yabancılaşıyor. Bu, bir toplumun kendi içinden yabancı bir işgal nesli üretmesidir. O nesil için Yemen Türküsü bırakın yüzlerce yılın hazin muhasebesini çağrıştırmayı, basit bir öykü bile vaat etmiyor.. Çanakkale Türküsü hiçbir şey söylemiyor. Eski şarkılar zaten mevlit zannediliyor.. Buna karşılık, oynak bir ritim yakalan her parça gençlik kitlesini geçmişten ve gelecekten koparıp mevsimlik coşkuyla rehin alıyor. Üstelik yeryüzünün en ilkel kabilelerinde bile zor rastlanabilecek ucuzlukta sözlerle! İçtenlikten yoksun; acısı da, sevinci de belden aşağı, meclisten dışarı sözler Çocuk 'Oldum ciğer veremi' diyor, yüzbinler aşka gelip ezberliyor. Neden bağırsak veremi değil de ciğer veremi, çözebilmiş değilim. Dahi sanatçımız bir nakarat keşfediyor, 'illa ki' diyor, büyük bir fütuhat gerçekleştiriyor.. Oysa belki de yazacak olsa pilaki gibi bitişik yazacak..
*** Binlerce şarkının sözleri toplam 30-40 kelimeden üretiliyor: Aşk, sevmek, yanmak, vurulmak, gözlerin, sözlerin, gezelim, güzelim, kalbim, yüreğim, sevda, elveda; o kadar.. Zaten 300-400 kelimelik bir dile hapsedilen toplumdan 30-40 kelime ile konuşan, düşünen ve yazan bir gençlik üretmek bir uygarlık soykırımı değil midir? Bana şarkılarını söyle, sana kaç kıratlık toplum olduğunu söyleyeyim.
*** Yaşamak serseri merasim Bir gitar, bir kola, bir de cip Ateşe ne hacet bu mevsim Kızgın güneşte cız-bız edip Yediler körpe kızları Vahşetin beyazları Vahşetin beyazları
|