Kaburga sohbeti
NATO Zirvesi'ni izleyen bir grup gazeteci hem kaburga yedik hem de sohbet ettik
İstanbul'u, küçüklüğümden beri hiç bu kadar temiz, boş, trafiği açık ve NATO karşıtlarına sille tokat girişen Rambo polislerin dışında kalan polis memurlarını bu denli yardımsever ve güleryüzlü görmemiştim. Ama görmediğim, tatmadığım başka şeylere de rastladım bu kez İstanbul'da.. Hayatında ilk kez 'kaburga' yiyen biri olarak, bundan böyle geri kalan et yemeklerine rağbet göstermeyeceğime inanıyorum. Diyarbakırlı birkaç dostumun daveti üzerine İtalyan, Yunan, Amerikalı ve Kanadalı'lardan oluşan yabancı gazeteci arkadaşlarımla birlikte Vatan Caddesi'nde, Migros'un çarprazına düşen 'Kaburgacı Selim Amca' lokantasına gittik. Bizi kapıda karşılayan hem lokanta sahibi hem usta hem de şef olan Halim'in sihirli elleriyle buharda pişirilmiş; içi ve etrafı değişik türdeki pilavlarla doldurulmuş, kuzu kaburgası dev bir tepsinin içinde masanın ortasına getirildi.
AB YORUMLARI Kemiklerin, tereyağından kıl çeker gibi, pamuk yumuşaklığındaki mis kokulu etten ayrılışını hayretler içinde seyrediyorduk hepimiz. Hayatımda ne lezzetli dönerler, iskender kebaplar, kavurmalar yedimse, hiçbirini herhalde 'kaburga' kadar sevemeyeceğime kanaat getirdim. Kaburgaları iyice ufalayıp; pilav tanelerinin en sonuncusunu tepsiden sildikten sonra önümüze gelen leziz tahin helvasını damaklarımızda şapırdatırken; herkes İstanbul ve NATO'dan söz etmeye başlamıştı. Kanadalı Christine, İstanbul'da görüştüğü taksi şoförlerinden birinin kendisine "AB üyeliğine AKP hükümetinin attığı adımlardan sonra şimdi inanmaya başladığını; hatta DYP yandaşlığını terk ederek AKP yandaşı olduğunu söylediğini" anlatıyordu. Üniversiteden yeni mezun olmuş bir çiftin ise "Türklerin çok azının AB üyeliğine hazır olduğuna inandıklarını; çünkü Türkiye'nin geneline baktıklarında durumu pek iç acıcı görmediklerinden" etkilendiğini söylüyordu. İtalyan gazeteci Patrizzio "İstanbul hoş, iyi, güzel ama AB üyeliği için Türkiye'nin daha çok yol kat etmemesi gerektiğine" kanaat getirdiğinden söz ediyordu. Amerikalı Josh, Bush'a İstanbul'da eşlik eden Amerikalı gazetecilerin ne denli 'saf' olduklarını, güzelliğine kapıldıkları İstanbul'dan ayrılırken içlerinin burkulup; depresyona girdiklerini gır gır geçerek ballandıra ballandıra anlatıyordu. Yunanlı Hristina ise İstanbul'da herkesin cana yakınlıkları, misafiperverlikleri ve kibarlıklarına ağırlık vereceğini ve ilk kez yediği 'kaburga' yemeğinin tarifiyle yemek vesilesiyle doğu ve batı kültürünün ayrı, ancak her ikisinin de eşit oranda zengin olduğunu kanıtlamaya çalışacağını açıklıyordu. Sıra bana gelince, 2 günlük NATO Zirvesi vesilesiyle İstanbul'da neredeyse askeri yönetimleri anımsatan aşırı derecedeki güvenlik önlemlerinin aynısının ağustos ayında bu kez "Olimpiyat Oyunları" vesilesiyle Atina'da uygulanacağından yakındım. Eğer her bir uluslararası organizasyonda askeri yönetimleri anımsatan bu denli acımasız güvenlik önlemleri alınacaksa; bu, "Terörün zaferi değil de nedir?" dedim. Yol ortasında, tren içinde, ha meçhul bir paketin patlamasına kurban gitmişsin ha tipini beğenmeyen bir Rambo polisin cobuna 'çarparak' kaburgalarını kırmışsın. Artık fark etmiyor gibi bir his uyanıyor içimde.
|