| |
Helal ettin mi Ahmet Priştina?
Ahmet Priştina, erken ayrıldı hayattan... Yaşama konuk olmak sürpriz ama gitmek Allah'ın emri... Bir tek şey ister insan yakınları için... Ölüm zamansız olmasın... Ahmet'in seveni çoktu. Çünkü paylaşarak yaşadı. Öfkesi de vardı, merhameti de... "İçindeki çocuğu" yaşatmayı başarmış adamlardan biriydi. Hiç büyümemişti sanki... En son görüşmemiz iki yıl önceydi. SABAH'ı ziyaret etmişti, yanında Erdal İzgi ile birlikte... Ergun Babahan, Erdal Şafak ve ben sohbet ettiydik bir süre... Gazetemizin zor dönemleriydi. Yüreklendirmişti bizi ziyareti ile, "Herşey düzelir arnavut" dedi bir ara... "Canınızı fazla sıkmayın..." Sonra kalkıp yola koyuldular. Uçakla İzmir'e döneceklerdi. Ben de çıktım onlarla... İzmirli iki arkadaşımız buralara kadar ziyarete gelmişlerdi, taksiye binmelerine gönlüm razı olmadı... "Bırakayım sizi, havaalanına kadar" dedim. Ahmet yanıma oturdu, İzgi arkaya... "Sana zahmet vermeyelim" dedi Ahmet... "Lafı mı olur, biz sınıf arkadaşı değil miyiz?" dedim. Güldü. Eski günlere gittik biraz... İyiliğin anlatılmasından pek hoşlanmazdı. Sıkılırdı. "Hatırlıyor musun" dedim, "sizin buzdolabını?" Sorar gibi baktı. Herhalde unutmuş olmalıydı ama benim için unutulacak şey değildi. Buca Umurbey İkokulu 3. sınıftaydık. Ahmet ile yanyana oturuyorduk. Zenginlikle yoksulluğun şimdiki kadar uçurumlanmadığı yıllardı o zamanlar... Öğretmenimiz insanüstü insan Şemsettin Bey, çok severdi bizi... Az haşarı da değildik ama "zeki veletler" olarak görüyordu herhalde bizi, şımartıyordu da biraz... Çoğunluğumuz yoksul ailelerden geliyorduk. Okuyup, kefeni yırtmaktan başka seçeneğimiz yoktu. Ahmet ise varlıklı bir aileye sahipti. Evleri hemen okulun yanında, çok katlı müstakil bir evdi. Teneffüslerde bazen, Ahmet, bana bir işaret yapardı, evlerinde alırdık soluğu birkaç dakikada... Hemen mutfağa çıkardık. Buzdolabını açardı Ahmet... İçinden yiyecekler veya birkaç meyve çıkartırdı. Hemen masanın üzerinde atıştırırdık. Soğuk su içerdik sonra... O zamanlar bizim için bir buzdolabını görmek bile mucizeydi. Teşekkür edecek olsam, Ahmet, keserdi sözümü hemen, "Ne teşekkür be!.. Hadi koş derse geç kalacağız!" Üç yıl birlikte aynı sırada okuduk, koştuk, yorulduk, terledik... Bir an olsun hissettirmedi bize varlıklı bir ailenin çocuğu olduğunu... Evini görmesek biz de öyle olduğunu anlayamazdık zaten... Karşılığında biz de hiç ayırmadık Ahmet'i... Ne kavgada, ne oyunda! Mezuniyetten sonra bir ayrıldık ki o ayrılış... Bizim yüksek tahsilimiz İzmir dışına düştü. Koptuk, taa ki, Ahmet siyaset adamı, ben gazeteci olarak yeniden karşılaşıncaya dek. İki yıl önce İzmir'den Konak Pier haberlerine takılmıştım. Büyükşehir belediyesinin "inatçı" tutumunu eleştirmiştim. Ahmet'in ne "arnavut" olduğunu bilmezmişim gibi... Umarım incitmemişimdir Ahmet'i... Hayat böyle gaddar işte... Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Kavga tartışma hiç eksik olmuyor. Halbuki, insaoğlu bir var, bir yok... Piyangonun kime ne vakit vuracağı belli mi? Ben şimdi Ahmet'in ardından düşünmeden edemiyorum: Çocukluğumuzda bizimle paylaştığı bir dilim ekmeği helal etmiş midir acep? Bilirim öyledir de... Gene de merak ediyor insan... Çünkü, ben minicik arkadaşlığımı ona çoktan helal ettim... Ahmet'e gönül dolusu rahmet, ailesine sabır ve metanet diliyorum.
|