| |
Bir canın ardından
Bu satırları yazmamak için neler vermezdim... Dostum, hayır kardeşim, hayır hayır canımın yarısı Ahmet Piriştina öldü. Biliyorum, siyasetçisinden sıradan İzmirliler'e kadar herkes onun için iyi şeyler söyleyecek. Ölünün arkasından iyi konu- şulduğu için değil. Gerçekten ama gerçekten iyi olduğu için. "İzmir'i değiştiren büyük başkandı" diyecekler... "Dürüst, düzgün insandı" diyecekler... "Türkiye çok değerli bir evladını yitirdi" diyecekler... "Adam gibi adamdı" diyecekler... "İzmir'e mavisini yeniden kazandıran belediyeciydi" diyecekler... "Seçimde her iki İzmirli'den birinin oyunu alan ama ikisinin de kalbini kazanan siyasetçiydi" diyecekler... "28 Mart'ta solu ve Baykal'ı kurtaran can simidiydi" diyecekler... Diyecekler... Diyecekler... Sonra son yolculuğuna uğurlanacak. Belki bir serin selvinin altında bırakacağız onu, belki de başucuna kendi ellerimizle dikeceğimiz bir fidana emanet edeceğiz. Sonra son başsağlığı dilekleri... Yavaş yavaş cemaat dağılacak. Ve sevgili eşi Mine, can çocukları Levent ve Zeynep ve biz dostları büyük gerçekle baş başa kalacağız: Ahmet artık yok. İşte asıl o zaman koymaya başlayacak ölümün acısı. Yaz yağmuru gibi gelip geçen öfkelerini, sevimli Arnavut inadını özleyeceğiz, insanın içini ısıtan gülüşünü arayacağız. Bu satırları yazmamak için neler vermezdim... İçim acıyor. 15 yıl öncesini düşünüyorum. Ve sinsi bir suçluluk duygusuna kapılıyorum. Siyasete girmesi için harcadığım çabalar aklıma geliyor. Biliyordum başarılı, çok başarılı olacağını. Ama bu başarının bedelinin bu kadar ağır olacağını hiç düşünememiştim. Daha iki gün önce "Seni mahcup etmemek için gecemi gündüzüme katıyorum" demişti. Şimdi gündüzümüz gece oldu. Sözleşmiştik. Cuma gecesi Çeşme'de Levent'in düğününü yapacaktık. Ertesi gün İzmir'i baştan başa gezdirip yeni icraatlarını gösterecekti... Bu satırları yazmamak için neler vermezdim... Düğün için aldığım uçak biletiyle şimdi cenazesine gideceğim. Fransız düşünür, büyük ahlakçı La Rochefoucauld, "Bir sevdiğimizi yitirdiğimizde döktüğümüz gözyaşları, aslında ona değil, kendimiz içindir. Onunla birlikte yaşama sevincimizden, mutluluğumuzdan bir şeyler yitirdiğimize ağlarız" diyor. Şimdi ben de ona değil, iki ayağımdan birini, iki elimden birini, iki gözümden birini, kalbimin yarısını yitirdiğim için ağlıyorum. Dünya denilen sevgisiz bozkırda, hayat denilen duygusuz çölde, vahayı yitirdi- ğim için ağlıyorum. Ve Alman düşünür Arthur Schopenhauer'in çığlığı kulağımı parçalıyor: "Hayatın kısa rüyasına karşılık, sınırsız zamanın gecesi ne kadar uzun." Bu satırları yazmamak için neler neler vermezdim...
|