Gecikmiş bir merhaba, erken bir veda
Günler birbirini birbirimizden habersiz kovalıyor. Bir zamanlar sevmişsiniz, değer vermişsiniz, çocukluğunuzun, ilk gençliğinizin haytalıklarının değilse de, yüzünüzde terleyen bıyıklarınızla birlikte beyninizde terlemeye başlayan alevli düşüncelerin örnek arkadaşı saymışsınız. Sonra orada burada rastlaşmalar, en son, yıllar önce, aynı liseden benzer "dünyayı anlama ve değiştirme" yolculuklarına çıkmış dört, beş kişinin bir masada buluşması. Sonra herkesin kendi gündelik güzergahlarında birbirini ancak uzaklardan izleyebilme. Derken, bir ölüm ilanı... Dudaklarınızın ucunda hayata ve ölüme öfke... Dudaklarınızın ucunda asıl, ancak bir ölüm ilanında, bir cenazede buluşabilmenin ihmallerine öfke. Bir mezuniyet albümünden kopan bir yaprak. Kim yazmışsa 29 yıl önce, "690" için demiş ki, "Kitaplar okudu, düşündü... 12 Edebiyat-B'de en arka sırada, köşede camın yanında Alper'le oturuyorlardı. Hayatı sever..." "1955-2004"... Sevdiği, düşüne eyleye sarıldığı hayat! "Galatasaray Lisesi 1974-1975 Yıllığı"na götürüverdi beni Mehmet Günsür'ün 49 yaşında ölümü. Son sınıf fotoğrafları arasında, hala görebildiğim, konuşabildiğim isimler, çoktan hafızadan çıkmış resimler, kendimle ve Günsür'le rastlaşma. "Ayrılırken" başlıklı "anonim" yazı onun kaleminden de çıkmış olabilir ya da o gün bunları yazdıktan sonra doğrultusunu da öyle çizmişlerden: "Önemli bir şey olsa gerek, günahları ve sevaplarıyla Türk eğitim tarihindeki yeri yadsınamayacak bir okulu bitirmek. Yalnız, bu önemi abartmak ve ölçüsüz bir övünç kaynağı yapmak, eğitimimizde zaten var olan eşitsizlikler dizisinin bir parçası olmayı, dahası, bu eşitsizlikleri savunuyor olmayı getirir. Yıllarla birlikte dostluklarımızın da nitelikleri değişmeye başladı. Duygusallıklar bitmek zorundaydı. Başka şeylerde temellenmeliydi arkadaşlık. Öyle olmakta, artık herkesin yeri belirlenmekte. Bundan sonra, yaşam yani doğa-insan, insan-insan ilişkilerinin tümü içinde tavrımızı koyacağız. Galatasaray'da... edindiğimiz deneyimlerin yorumu da bize kalıyor belli ki. Namuslu bir geleceğin umudu bu." Reklam dünyasından, birlikte çalıştığı, onu seven arkadaşlarının taziye ilanlarının arasında, bir de "Türkiye İşçi Partili arkadaşları". O "yorum"u lise sonlarında böyle yapan, şiire, resme ve siyasi pratiğe döken, o günlerde tamamen aynı hatlarda olmasa da, "yorum"umu etkileyenlerden Günsür. 70'lerin muhalif renklerinin de açtığı 1975 kültür şölenine doğru, Günsür'le birlikte, şimdi OECD Türkiye Masası Şefi olan, 12 yıl aynı sınıfta, aynı yatakhanelerde, 10 yıl aynı sırada geçirdiğim "kardeşim" Rauf Gönenç ve Günsür'ün TİP günlerini de, sonradan şiir ve reklam dünyalarını da en çok paylaştığı canım Salih Ecer'in hazırladığı "Galatasaray Sanat" dergisi. Salih ve Günsür'ün daha da ustalaşacak şiirlerine arkadaşlık etmiş çocuk mısralarım. Kim bilir, belki de şu dipsiz kuyuların ilk gençlik hecelemeleri.
*** Biliyorum, herkesin, hepimizin o kadar çok kaybı var ve olacak ki. Umarım, muhtemelen hiç tanımadığınız, "popüler" olmayan çok eski bir arkadaşı uğurlayan, gençlik dokulu, ölüm kokulu bu "hatırlayan" satırları anlayışla karşılarsınız. Dipsiz Kuyu okurlarındansanız, bu sütuna hep aktarmaya çalıştığım duyarlılıkların ilk harçlarında, yakından ve uzaktan, onun "okumaları, düşünmeleri" de vardı işte. 29 yıl önce bir arkadaşı kısaca "hayatı sever" diye yazmıştı ya, yarım kalmış bir sevginin ardından mütevazı bir ağıt işte. Yıllıkta, yatılılığa ilk adım attığı günler için, "pazartesi sabahları ağlardı" yazıyor. Dün, bir "pazartesi sabahı" ağladım ben de! Çocuklarına, eşine, eski-yeni arkadaşlarına başsağlığı dileğiyle.
|