Gülüşün ve unutuşun medyası
Medyadaki bilinçli yahut bilinçsiz ciddi aymazlıklardan biri, "medya eliti"nin kendi hayat tarzı koordinatlarını, toplumun yüzüne yüzüne üfürüp durması. Daha beteri, sadece "iyi yaşam" adına değil, sağlık, hastalık ve ölüme dair de, bir tür teşhircilikle, milyonlarca çaresiz, imkansız insanın yüzüne yüzüne adeta tükürülmesi.
Nasıl bir ülkede yaşadığımız... Halkın büyük bölümünün hangi imkansızlıklarla boğuştuğu... Hangi koşullarda geçinmeye, ayakta kalmaya, bedenine yapışan hastalıklarla hayata tutunmaya çabaladığı yahut ölümün kıyısında dolaştığı, sessiz sedasız, isimsiz ilansız, teşhissiz tedavisiz ölümlere mahkum olduğu... Derin, küstah ve şımarık bir unutkanlığa gömülüp duruyor. Ve gerçekten çok ayıp oluyor. Hak ettiklerine, emeklerinin, akıllarının, becerilerinin, kıymetlerinin ürünü olduğuna inandıkları hayat tarzını, sağlık formatını elbette yaşayabilir insanlar. Ama, gazetecilerin, dar gelirli yahut işsiz meslektaşlarından başlayarak, bu ülke çoğunluğunun tutsak olduğu hayat ve ölüm koşullarına sırt çevirmesi... Sırt çevirmek bir yana, adeta nanik yapması ayıp! Liberallik iddiasıyla sosyal güvenlik kuruluşlarının "kara delik" olduğunu savunanların, kendi özel sigortalı, özel hastaneli, yurtdışı muayeneli, kolesterollü ya da kolesterolsüz dünyalarını "hayatın tek gerçeği" sanmaları da... Sunmaları da ayıp! Ülkelerine, insanlarına, hatta okurlarına, izleyicilerine karşı, onların asla tanışmadıkları, asla yanaşamadıkları imkanları, sanki çok doğalmış, pek mümkünmüş, herkesin hikayesiymiş gibi sayıp durmaları ayıp! Burası 70 milyonluk bir ülke... Gerek kamunun, gerek bireylerin sağlığa ayırabildiği para çok sınırlı. Hiç doktor görmeden ölen bebeklerin, çocukların ülkesi burası. Sosyal güvenlikli nüfusu büyütemeden sistemin çöktüğü, işverenlerin sigortasız çalıştırmayı ekmek parasıyla takas ettiği... İşsiz kalmaktansa, sigortasız kalmayı daha çok kişinin benimsediği, günü kurtarmak için yarınından vazgeçtiği ülke burası. Özel sigortaların, özel hastanelerin ancak koca ülke içindeki "özel Türkiye"ye imkan sunabildikleri, "ötekiler"in iyi bir tedavi umudu için ancak hayatlarını ipotek ettirdikleri ülke. Ne ki, azınlığın dili, hayatı, sağlık koşulları, hastalık-tedavi imkanları asıl hakim dili oluşturuyor. Ve bu "yabancı dil"i milyonlarca insanın hüznüne, çaresizliğine doğru, asgari utanma duygularını çiğneyerek esas savuran da medya. Yüzlerce doktor, yurdun dört köşesinde kendilerinin ve hastaların imkansızlıklarıyla boğuşurken, "medyatik-sosyetik doktor"ların neredeyse ülkenin tek Lokman hekimleri, tek hayat melekleri gibi sunulması... Çöplüklerde, pazar artıklarında lokma arayanların, sofrada iki çeşit yemek, yemeğe katacak 100 gram kıyma bulamayanların ülkesinde, diyet reçetelerinin, ağız tadı yazılarının sayfalar doldurması da ayıp!
Her insanın sağlığı, ölüme uzak kalması adına içim titrer. Siyasi, mesleki, insani gerekçelerle en çok kapıştıklarım, tartıştıklarım dahil. İçtenliğim, küçükken genç yaştaki yakınlarını yitirmişlikten, hayata sarılış ile ölüme direnişe istisnasız saygımdan, ölüm duygusunu yitirmemişlikten de kaynaklanır. Ancak, önemli bir gazete yöneticisi, kendi "sağlık raporu" adına, uzun uzun, ABD'de hangi klinikte hangi testlerden geçtiğini anlattığında içim acır. "Ülkesine yabancı dil"in, belki iyiniyetli ama "sağlıksız" raporu, binlerce imkansız hastanın ve yakınlarının içini acıtır çünkü. Çünkü, ayıptır!
|