Banal kötülük
Yıllar boyu Saddam rejimini eleştiren, o rejimin sadist despotizmini anlamaya çalışan insanların dönüp dolaşıp geldiği yer Hannah Arendt oldu. Totaliter düzenin ruhunu herkesten iyi dillendiren Arendt, "kötülüğün banalliği" sözüyle işkencecilerin zavallılığını, zulmün kendi içindeki zayıf yapısını ilk anlatanlardı. Kanlı Saddam rejimi devrildikten bir yıl sonra, gene Hannah Arendt'a uzanıyor elim. Bağdat'taki Ebu Garip hapishane fotoğrafları yenir yutulur cinsten değil. ABD hükümetini sarsıyor, ama daha da önemlisi, kendi görevini Irak'ı özgürleştirme ve dünyaya insan hakları ve refah yayma olarak gören sokaktaki sıradan Amerikalı'yı allak bullak ediyor. Muhalefetteki Demokratlar'ın ısrarına rağmen foto skandalının Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in istifasıyla sonuçlanacağını düşünmek zor. Ama Amerikan kimliği ve dış politikasının, kısa dönemde geçiştirilmeyecek inanılmaz bir yara aldığı da ortada. Washington'da herkes fotoğraflar nedeniyle panikte. Kamuoyundaki tepki azalmıyor. Afrika'dan Çin'e Amerikan dış politikası ahlaki olarak daha zayıf bir konumda. Bunun bin beteri işkenceleri her gün kendi halklarına reva gören rejimler, artık göğüslerini gere gere Washington'a "Bize ders vermeyin" demeye hazırlanıyor. Seçim yılında fotolar dengeleri altüst etti.
Rafineler bile sadist oluyor Merak edilen şu: Ebu Garip fotoğraflarının Başkan Bush'un dediği gibi "üç beş kişi" mi, yoksa sorgulama sırasında psikolojik baskı amacıyla kullanılan daha geniş ve sistemsel bir sapmanın ürünü mü? Benim ilgilendiğim bireylerin nasıl bu noktaya geldiği. Sorumun cevabını geçenlerde New York Times gazetesinde bir haberden alıyorum. 1970 ve 80'lerde yapılan (ve sonuçları çok kaygı verici olduğu için durdurulan) psikolojik deneylere göre, cezaevlerinde iktidar dengesi aşırı ölçüde yönetim ve gardiyanların lehine olduğunda, en eğitimli ve rafine insanlar bile zaman içinde sadizme yöneliyor. Vahim boyutlarda. Sorun, mahkumların her türlü hak ve hukuktan mahrum bırakılması. Saddam Hüseyin'in 1979 yılında resmen iktidarı ele geçirdiği Baas Partisi Kongresi'nden meşhur bir görüntü vardır. Kürsüye çıkan Saddam, "Arkadaşlar, maalesef aramızda partimizi yıkmaya çalışan bazı hainler olduğunu ortaya çıktı" diyerek elindeki kağıttan isimler okumaya başlar. Irak'ın Stalin'i, elinde puro, kah ciddiyet kah gözyaşı içinde tek tek parti arkadaşlarının ismini okudukça, sırası gelen çaresizlik içinde yerinden kalkar ve salonun arkasındaki polislere teslim eder kendini. Biraz sonra idam edilmek üzere. İşin garip tarafı, bu türler ürpertici olayın kasedinin, yıllar boyu Irak gizli polisi tarafından el altında ülkenin her köşesine yayılmış olmasıdır. Amaç insanların titretmek, kaçış olmadığını anlatmak. Totaliter rejimlerin özelliği, yanlız dışarıdan gelen zorbalık değil bireyin benliğinin en içlerine kadar uzanarak sarsılmaz bir "korku saltanatı" kurması.
Niye homo-erotizm Benzer şekilde Ebu Garip olaylarının her saniyesinin görüntülenmiş olması, amacın "sindirme" olduğu duygusunu veriyor. Her sahnenin dijital kamerayla neden görüntülenmiş olmasını anlamaya imkan yok. Övünme hissi? Eğlence? Iraklı erkeği hadım etme isteği? Peki resimlerin hemen tümünün cinsellik, çoğunun garip bir homo-erotizm üzerine kurulu olmasına ne demeli? Kamera, Pennsylvania taşrasından gelen amatör pornocunun zavallılığıyla, totaliter sadizmin kesiştiği noktada açılıp kapanmış. Resimlerdeki cinsellik kimin: taşralı pornocunun mu, yoksa perde arkasında gardiyanları işkenceye teşvik eden gerçek sorgucuların hayallerindeki Arap erkeğine mi ait bu cinsellik? Kötülük, Arendt'tan yarım asır sonra bile bu kadar banal olmak zorunda mı?
|