Türkiye'nin nükleer gücü
WASHINGTON- Büyük Ortadoğu ve Afrika coğrafyasında varolan sorunlar, sadece G-8 ülkelerinin perspektifi açısından sorun değil. G-8 ülkelerinin perspektifi açısından pürüz teşkil eden dinamiklerin sorun olarak tanımlanması ve ardından Büyük Ortadoğu ve Afrika coğrafyasına dayatılması gibi bir algı fazla indirgemeci olur. Kuşkusuz, G-8 ülkelerinin yaklaşımları tümüyle masum ya da salt felsefi ve ahlaki düzeyden yönetilen birşey değil. Hiç kuşkusuz çıkarlar, manipülasyonlar ve yeniden yapılandırma çabaları var. Lakin tarihin tüm dinamikleri böyle değil mi zaten? Bir şekilde elverişli görülen ya da iyi kabul edilen herhangi bir gelişme, çıkarların ve güç mücadelelerinin içinden akıp gelmiyor mu? "Güç", tarih içinde yok olmadığı gibi gelecekte de yok olmayacaktır. Doğru olan, gücün değerlerin yatağından akmasını temin etmeye çalışmaktır... Büyük Ortadoğu ve Afrika coğrafyası için ortaya çıkacak gelişmelerin kaba gücün mantığına ve çıkarların dinamiklerine terkedilmemesi, evrensel değerlerle çerçevelenmesi ve herkesi bağlayan ilkelerin omurgası üzerinden akması, G-8 dinamiğini, bölge halkları lehine düzenlemelerin yardımcısı yapmaya yarayacaktır. Görünen o ki, Avrupa, ABD'nin öncülük yaptığı Büyük Ortadoğu Süreci'ni engelleme yönünde değil, değerlerle çerçeveleme yönünde etkilemeye kararlıdır. Tüm bunların tam ortasında ise değişmeyen gerçek duruyor... Büyük Ortadoğu coğrafyası, refah üretemiyor, siyasi gelişmeyi tıkayan unsurları değiştiremiyor ve değişimin gerisinde kalıyor. Böylece tarihin hızının çok gerisine düşen bir statü içinde kalıyor bölge halkları. Bu sadece G-8'in kendi amaçları açısından sorun ettiği birşey değil. Esas bölge halklarının sorunu. Refah üretme stratejileri olmayan, siyasi sistemini dinamik hale getiremeyen ve değişim karşısında atalet içinde kalan bir yapılanma ile geleceğe yürünemeyeceği açık. Bu durumda bölge halkları için demokrasi ve değişim, aynı zamanda bir "hayatta kalma stratejisi" anlamına geliyor.
G-8'ler ile Büyük Ortadoğu ve Afrika coğrafyasının unsurlarının toplantısına "demokratik ortak" olarak katılan Türkiye'nin durumunu çok dikkatli bir şekilde değerlendirmek gerekiyor. Türkiye bölge ülkeleri gibi "hedef ülke" konumunda değildir, olamaz. Stratejinin planlayıcısı konumunda olan G-8 ülkelerinin pozisyonunda da değildir... G-8 perspektifiden bakıldığında Türkiye tüm bölge için "referans" verilecek bir ülkedir. Çünkü laiklik, demokrasi ve hukuk devleti gibi prensiplerle çok önceden ve derinlemesine tanışmış ve bunları kendi "sisteminin omurgası" haline getirmiştir. Bölge ülkeleri açısından bakıldığında ise Türkiye demokrasi ve değişim dinamikleri bakımından somut bir "yol haritası"dır. Türkiye kendi coğrafyasında yüz elli yılı aşan demokrasi tecrübesine sahiptir ve laiklik ilkesini, siyasi sisteminin temel unsuru yapmış olmanın yanı sıra, bir toplumsal barış ve bir arada yaşama stratejisi olarak içselleştirmiştir. Cumhuriyet modeli ile her türlü etnik kökeni aşan bir birliktelik modeli üretmesi ve laiklik ilkesi ile her türlü dini aidiyeti aşan bir toplumsal barış stratejisine sahip olması, Türkiye'nin değerler açısından derinliğini ifade ettiği gibi, aynı zamanda stratejik üstünlüğünü temellendirmektedir. Türkiye'nin "hayat sahası"nı da çerçeveleyen Büyük Ortadoğu coğrafyasında yaşanan derin krizlere bakıldığında, bunların bölgenin demokratik cumhuriyet modeli ile tanışmamış olmasından ve laiklik ilkesi sorunlu siyasi rejimler tarafından yönetilmesinden kaynaklandığı görülür. Bölgenin hala ulaşmaya çalıştığı değerler olan bu iki unsur ise Türkiye'nin siyasi varlığının "tanımlayıcı" esaslarıdır. Özellikle bugün dünyanın içinden geçtiği sürece bakıldığında, demokratik cumhuriyet modelinin ve laiklik ilkesinin, gerek değerler açısından, gerekse güvenlik felsefesi bakımından Türkiye'nin "nükleer gücü" olduğu daha açık ortaya çıkmaktadır.. Demokratik cumhuriyet modeli ve laiklik ilkesi, Türkiye'nin aksesuvarları değil, bizatihi "siyasal genetiği"dir. G-8 Zirvesi ile Büyük Ortadoğu gündeminin iç içe geçmesini zorunlu kılan tarih ve siyaset dinamikleri, cumhuriyet modeli hakkında zaman zaman polemikler üreten kimi Batılıların ve laiklik prensibi hakkında eleştirel pozisyon alan bölge ülkelerinin, Türkiye'nin "siyasal genetiği" hakkında ciddi yanlışlıklar içeren bir akıl yürütme içinde olduklarını da ortaya koymuştur. Gerçekten, bu coğrafyada demokratik cumhuriyet modelini ve laiklik ilkesini "siyasal genetik" haline getirmek, küresel düzeyde nükleer güç sahibi olmak kadar ciddi ve etkili bir pozisyondur.
|