|
|
Cihangir'deki dertleşme...
Aynı toprağın evlatları sayılır mıyız bilmiyorum ama belki "aynı ruhun çocukları"yız! Karşımda, Sultan Beşinci Murad'ın torunu Kenize Murad oturuyor.. Dostlardan, (yayıncısı Everest Yayınları'nın kaptanı Vedat Bayrak) bizi tanıştırmalarını rica ettim ve ertesi gün kendimizi Cihangir'deki evde bulduk. Kenize Murad'ın, muhteşem Boğaz görüntülü ama ötesi, "tarih manzaralı" İstanbul evinde.. Ben, sen, o, yani bizler gibi Ayasofya'ya, Topkapı'ya, Kızkulesi'ne, Haydarpaşa Garı'na. Sultanahmet'e, Altın Boynuz Haliç'e, İnci gerdanlık- Boğaz'a bakmaktan belli ki müthiş haz duyuyor, geçmişi yaşıyor sıkça Kenize Murad.. Ata yadigârı Topkapı Sarayı, tam karşı cephede, her sabah uyanınca göz göze geliyor! Çan-ezan sesi okuma odasına kadar giriveriyor sıklıkla.. Salonun duvarları Osmanlı sultanlarının gravürleriyle dolu... Tabii ki başta dedesi Beşinci Murad başta olmak üzere 19'uncu yüzyılda hüküm sürmüş "sultan" fotoları da... Bayan Kenize, "ikram" için mutfağa gidip geldiği süre içinde bir kez daha soruyorum kendi kendime... Aynı toprağın evlatları mıyız sahiden? Baksanızsa şu hayata.. Annesi Selma Sultan, İstanbul'dan "hanedanca" sürgüne gönderildiğinde daha beşik ya da kundaktaydı.. Fransa'da büyüdü, bir Hint racasıyla evlendi.. Kenize de 1930'ların sonunda Paris'te doğdu... İki yaşına geldiğindeyse anneyi, Selma Sultan'ı kaybetti.. Hint kökenli babasını ise 21 yaşına kadar görmedi, göremedi... Felsefe ve gazetecilik okudu... Gençliğinde başladığı gazeteciliği boyunca onlarca kez Ortadoğu'yu dolaştı, yüzlerce röportaj yaptı, makale yazdı ama Türkiye'ye gelmedi, gelemedi. (Yasaklar, kanunlar, parçalanmışlıklar vs.) Ne zaman ki annesi Selma Sultan'ın hayatını yazdığı kitap, Fransa'da bestseller oldu, Türkçe'ye de basıldı, işte İstanbul'u bu vesileyle gördü.. Dostum Murat Bardakçı, bu hayatları çok daha iyi bilir ve uzmanıdır ama "hanedan üyeleri" diye gelip geçen kim varsa tümünün yaşamında büyük acılar, büyük hasretler, büyük yabancılıklar vardır hep... Gözaltlarında geçmeyen bir hüzün taşırlar... Kendilerinin dahil olmadığı, bir parçalanmışlığın izlerini de.. (Enver Paşa'nın ve Naciye Sultan'ın kızı Mahpeyker Hanım'ı da birkaç yıl önce bi vesile tanımış benzer izlenimler almıştım..) Tabii ki Kenize Murad'da da değişmedi bu gözlemim... Peki, neden bu evdeyim ben.. Beyrut'tan döneli birkaç gün olmuş.. Elimde bi kitap.. Toprağımızın Kokusu.. Yazarı, Kenize Murad- Everest... Ben, eli kanlı Şaron'un "mahareti" binlerce Filistinli'nin kanıyla bezenmiş Sabra-Şatilla Mülteci Kampı'nı daha yeni görmüşüm, kaç zamandır gazete sayfalarına yerleşen "Filistin dramları"yla ağırlaşmışım, ekrandaki görüntülere "her insan gibi" öfkelenmişim, Kenize Murad da iki yıl boyunca adım adım dolaştığı Filistin ve İsrail topraklarında gördüklerini, tanık olduklarını, izlenimlerini, ara sokaklarda yaptığı konuşmaları kitaba dönüştürmüş.. En insan en kadın en duyarlı kalemiyle.. Ve ortaya "insanlık ve onur" talep eden satırlar çıkmış.. İşte, şimdi konuşma vakti.. Ne konuşacağımız belli de peki nasıl konuşacağız? Ortak bir dilimiz yok! Bir arkadaşımız karşılıklı çeviriyor söylenenleri.. Aslında çevrilmese de ortak bir dil yakalanıyor.. Terasın demirlerine konmuş martılar sayesinde konuşabiliriz pekala! O diyor ki.. Ölümler ve acılar biriktikçe kinler de büyüyecek! Şaron'un askerleri ne kadar çok Filistinli'yi öldürürse intihar komandolarının sayısı da o kadar artacak.. Çözüm, uzaktan duyulan bir şarkı gibi.. Ama bilinsin ki İsrail'de de "barış"ı çok ama her şeyden çok isteyen güzel insanlar var.. Sesleri çok az duyulsa da, hep azınlıkta olsalar da, daha da azalsalar da! Osmanlı Devleti, bu bölgeyi dört asır boyunca yönetti ama son elli yıldaki gibi savaş ve kıyımlar yaşanmadı. Merak ettiğim bir şeyi soruyorum Kenize Murad'a.. "Fransa, ya da İngiltere'de bütün bu gözlemleri anlatmak, yayınlatmak zor olmuyor mu?" Damarına basmışım meğer.. "Nasıl güçlü, nasıl etkili bir lobi var bilemezsiniz" diyor; Aleyhimde sayfa sayfa yazılar mı istersiniz, Yahudi cemaatlerinin engelleri mi, hatta yayıncı ambargosu mu ne ararsanız vardı.. Filistin ve İsrail'de geçirdiğim gerilimli iki yılın ardından daha büyük sıkıntıyı da Batı'da yaşadım." Evet.. Osmanlı torunu olmak zordur elbet... Ama daha zoru da "Osmanlı'nın eski toprakları"nın kokusunu anlatmakmış demek ki...
Not: Hayat bu ya, yazıları bitirdim, son noktayı koydum ki 'büyük usta' Nejdet Mahfi Ayral'ı kaybettiğimizi öğrendim. Benim sıkı dostum Nejdet abi şimdi eşi, 'Rum kızı' Eleni'sinin yanında. Rahat uyu üstad.
|