Kadınlar sadece kendileri için yaşıyor
İmza: Bir erkek
İki gün evveldi... Arkadaşlarla tatlı tatlı sohbet ediyoruz. Zararsız dedikodular, şakalaşmalar, ordan burdan haberler, öyle şöyle olmuş, duyduk duymadık diye konuşurken, içimizden biri, bir erkek kalkıp demez mi 'kadınlar sadece kendileri için yaşıyorlar'... Haydi, nereden çıktı bu şimdi... Be adam, lafı nasıl çektin çıkardın buralara getirdin pes yani... Biz hanımlar cevap hakkımızı kullanmadık. 'Cereyanda kalmıştır', 'kendi haline bırakalım, düzelir canım' dedik sessiz bakışmalarla... Sırf konu değişir çaba ve umuduyla, kimimiz ABD Başkanı Bush dedi, kimimiz Fenerbahçe'nin durumu dedi, ama o hâlâ kadınlarda ve de icraatlarında. Susturmak, durdurmak ne mümkün... Aldı sazı eline, başladı duymak isteyip istemediğimizi düşünmeden çalıp söylemeye... Efendim hayatı ve dolayısıyla aynı evi paylaşan bir kadın ve erkek için bu kararı almak, başlangıçta son derece heyecan verici ve umut artırıcıymış... Ama zaman geçtikçe erkek kadının, inkâr etse, hatta farkında olmasa bile, yalnızca kendisi için yaşadığını anlamaya başlıyormuş.
***
Aşık olunup, uğruna dağlar delinen, denizler aşılıp, yollar geçilen kadın, daha sabah saatlerinde başlıyormuş icraatına... Kurnaz, atak ve çok tetik davranarak banyoyu resmen kapıyormuş, en az yarım saat işgal ediyormuş. Üstelik de banyoya diye yatağından kalkan ve kapıyı kilitledikten sonra tüm çabalara rağmen kendisinden cevap alınamayan kadın, dakikalar boyu güzellik banyoları yapıyor, ful makyajla karşısına çıkıyormuş... Dostumuz ne uğruna ve neden bu kadar çok yapıldığını anlamıyormuş şu 'renkli badana' dediği makyajın... Sonra o evden çıkıp işe gidiyormuş, gönül sultanı, can yoldaşı, hayat arkadaşı da çarşıya, pazara... Bu çarşı, pazar sefası -ona göre cefası- en az dört beş saat sürermiş... Kamyonla harcanan para ve tırla eve gelen eşyaların takasıyla... O, bütün bunların neden alındığını anlamazmış, anlamadığı gibi gerekli de bulmazmış ama sorduğunda alınan her şey için cevap aynıymış... 'Şekerim indirim vardı, hem o kadar ucuzdu ki, ne yapsaydım yani... Bıraksaydım da başkası mı alsaydı. Yok hayatım yok. Senin minnoşun ev ekonomisini çok iyi bilir, merak etme'... Minnoşun ev ekonomisini ne kadar bildiğini boşalan cüzdanından ve dolapların tıka basa eşya dolu olmasından anlayan, dertli arkadaşımız, hiç hız kesmeden anlatmaya devam etti: 'Kuaföre gidiyorum' dediğinde dünya başına yıkılırmış... Boya, röfle, kesim, ağda, vücut bakımı derken sonsuz saatler geçermiş... Hatta ilk seferlerde bakmış ki eve 8 saat gecikti, polise bile haber vermiş... Neyse ki zamanla alışmış, bu her ay yaşanan zorlu ve zorunlu kuaför seferine... Her hafta manikür, pedikür için en az iki saat, cilt bakımı için de bir o kadar zaman daha harcaması karşısında aşık Shakespeare'imiz çıldıracak hale gelmiş.
***
Hele hele bir yere gidecekleri zaman yaşadıklarının, daha doğrusu sevdiği kadının yaşattıklarının bir insanlık suçu olduğunu bile söyledi. Korkunç, akıllara durgunluk veren örnekler de verdi: Bir yere gitmeye karar aldıktan sonra genellikle şunlar oluyormuş evlerinde: O, traş olup giyinip bir koltukta oturup televizyon seyretmeye başlıyormuş... Filmler, programlar ardı arkasına biter ve saaatler geçerken, eşinin hazırlıkları anca noktalanıyormuş. Bütün bunlardan sonra 'bak hayatım güzel oldum mu' sorusuna ancak uykulu gözlerle 'hö, hmmm' gibi yanıtlar verebiliyormuş. Gittikleri yere vardıklarında da genellikle gecenin finalini yakalıyorlarmış... O ve sonsuz sayıda bavuluyla tatile çıkmadan önce, bir ay gidip spor salonunda ağırlık çalıştığını da söyledi ama o kadarına inanmadık tabii... Devamı nasıl mı geldi? V.s., v.s., v.s....
|