Macera dolu Amerika...
Seyrediyorum, seyrediyorum, gene de işin içinden çıkamıyorum. Anlayamıyorum bir türlü... Ne diye bütün uzaylılar, yaratıklar, birden bire açığa çıkan virüsler, görünür ve görünmez tehlikeler hepsi birden nasıl olur da Amerika' yı bulur... İnsanlar, uzaylılarca kaçırılıp şuursuzlaştırıldıktan sonra, bir yerlerine, onlardan haber almak için bir şeyler monte edilir. Bunu fark edip de orada burada ben kaçırıldım, uzaylılarla temaslarım oldu' diyenlerin vay halinedir.
O namları dünyaya yayılan Amerikan gizli servislerinin olaya derhal müdahalesi ile susturulmaları bir olur. Tüm bunları seyreden bizler, maksadın ne olduğunu başta fark edemeyiz. Ama zaman aktıkça, Amerikalı yetkililerin niyetini anlarız, içimiz yine rahat eder. Gayet tabii uzaylılar vardır, maksat onları bir anda halka indirip karizmalarının boydan boya çizilmesini önlemektir. Kahramanımız, kaçıncı tür olduğu belli olmayan ama tam da tanımlanamayan uzaylı şahısların konuşlandıkları alana varır- ki genelde ıssız bir yer, mısır tarlası, dağ başıdır mekanlar- gemiye girer, kötü ve hain olanların da bir güzel hakkından gelir, olur biter...
Veya nedense, dünyada başka millet ve onların kurtuluş günü yokmuş gibi 4 Temmuz'a denk gelen bir zamanda bu kötü yabancılar saldırıya geçerler ve koca Amerika'da kimse kalmamış gibi, o cefakar, vefakar, pilot, düşünür, büyük insan, kısaca Amerikan Başkanı, uçağına atladığı gibi dünyayı kurtarıverir... Üç saatin sonunda, film boyunca süren dayatma sona erdiği için rahat evimize gideriz, bir daha da böyle palavraları seyretmemeye kendimize de, birbirimizi de söz veririz...
Hep Amerika'yı bulan bu inanılmaz olayların anlatıldığı böyle değerli yapıtlarda, apansız ortaya çıkıveren ve ne olduğu anlaşılamayan gemi, yaratık, nesne, s. daima 'o şey', yanına biraz daha yaklaştıkça bu şey' diye adlandırılır. 'O şey geldi', 'bu şey' hareketlendi, durdu, kaçtı derken de film yine Amerikalılar'ın dünyayı 'şey'den kurtarmasıyla son bulur. Bizse sinemadan çıkarken, ya da uykulu gözlerle televizyonu kapatmaya davranırken, tatmin olmadığımızı düşünürüz. Koskoca, saçmalıklarla dolu iki saat boyunca 'o şey'i ne yakından, ne de detaylı görememişizdir çünkü... Dikkat edin, birçok film ya da dizi bir telaş, pür telaş başlar. Çünkü önce Amerika, sonra da dünya tehdit altındadır. Tehdit ciddidir. Bilmemne virüsü, nasıl olmuşsa yayılmaya başlamıştır. Ölenler, hastalananlar ve sona da 48 ila 72 saat kalması...
Anlayacağınız, yine çok ama çok kısa bir sürede kahramanlıklara imza atılması gerekiyor. İnsanlık kurtarılmayı bekliyor. Kan, ter ve suni heyecanlarla dopdolu tüm sahnelerin ardından, yine her şey tamam. Hem de tastamam. Canım, zaten bunlar gerektiğinde uzaylılara da çakıyorlar, 'şey'leri de deviriyorlar, virüsleri mi ezemeyecekler? Siz hiç mi hiç korkmayın. Stresden ölüyorlardır herhalde... Dur durak yok, bitmek bilmeyen felaketler, tehditler, anormal olaylar silsilesi... Biri bitiyor, diğeri başlıyor. Duracak, bitecek gibi değil... Nokta yok, devamlı virgül... Yaşayan ölüler olarak ifade ettikleri zombiler, bomboş kötü ruh filmleri de cabası... Hayaletlerin her türlüsü... Kötüsü, canavarla karışık alevli olanı, aşık olup sevdiği kadını bırakmayanı, felsefe yapanı ne arasanız var...
Ya da yok yok... Üç aşağı, beş yukarı, aynı senaryoların teknoloji sosuna batırılmasından sıkıldım. Benim canım Türk filmi çekiyor. Kalbim, sinemamıza destek verelim diye haykırıyor. Amerikan filmlerinden önce, kendi yönetmenlerimizin gözleriyle bakalım dünyaya... Duvara Karşı'yı, Vizontele'yi, Neredesin Firuze'yi daha başka hangisi varsa, seyredelim. İnsanlara yeni, daha güzel filmler yapmak için hem umut, hem imkan verelim. Ne olur Türk Sineması'na, emekçilerine, yeni değerlerine, yeteneklerine elbirliğiyle sahip çıkalım. Ve bugüne kadar Türk Sineması'na yaptıkları her şey için, onlara teşekkürü bir borç bilelim...
|