Bir yastıkta kocayın!
"Yatak ayrılmaz, ayrılırsa o evlilik evlilik olmaz. Sen sen ol, kavga da etsen, kalbin tuzla buz olup, dağılıp gitse de yatağından ayrılma"... Evet, evlenme hazırlıklarının harıl harıl yapıldığı 11 yıl evvelinde önce annemden, sonra da kuzenim Sibel abladan duyduğum en mühim ve sık yinelenen öğüt buydu. "Yatağını ayırma, yatağından ayrılma" söylemine dönüşüp, slogan halini bile almıştı. Beni delişmen mi buluyorlardı, evliliğe hazır mı görmüyorlardı, yoksa adetten miydi, bunu bu kadar çok söylemek bilemiyorum. Şimdi düşünüyorum ve fark ediyorum, bu nasihatten aslında neleri anlamam gerektiğini... Evlendiğin zaman ayrı ayrı yataklarda yatmayı tercih etmek doğru değildir. 1. Başta, çift kişilik hayata uygun seçilmiş çift kişilik yatak, şu ya da bu sebeple teker kişilik iki aynı ebatlı yatağa dönüşürse, durum felakettir. Yani çift kişilik yatak evliliği evlilik yaparken, aksi tercih edilince durum değişir. "Çift" iki yabancıya dönüşme yolunda hızla ilerler. 2. Kavga et, kırıl, darıl ama, aman ayrı yatma. Yani salonu, çocuğun yatağını, annenin evini mesken tutma. Kocanın yanındaki yerin soğumasın, varlığınla hep sıcak kalsın. 3. Ne olursa olsun artık yanlış olduğunu anladık değil mi- erkeğinizin yatağı terk etmesini beklememeniz gerekir. Bu durum teklif ve iması bile hoş karşılanmayan, savaş rüzgarları estiren ve de fırtına çıkaran ilk adımdır. Erkeğe yatak odasının kapısı gösterilmez, yol verilmez "haydi dışarı marş" hiç denmez. Üstüne basılarak söylendikten sonra, altı çizilen, ardından yoğun çalışmalarla draje haline getirilip benliğe ince ince katılan bu nasihattın açılımı kanımca aşağı yukarı böyledir. Bu öğütlerin, söylenişine anne, abla sıcaklıkları katıldıktan sonra kulağa olduğundan daha da sıcak geldiği şüphesizdir. Hele de evlilik hazırlıkları sürerken, insan kendisini bir Türk filminin ağlasa gözünden yaş düşmeyen, yüzünün boyası birbirine karışmayan, her daim mutlu, umudu bitmeyen eksilmeyen kadın kahramanı gibi hisseder. Evlenip mutluluğu bulacağını, bir Ayşecik ya da Ömercik veya her ikisinin birden katılımıyla arşu alaya yükseleyeceğini, kocasıyla hep aşk içinde yüzeceğini düşünür. Hele hele her giyeni melekleştiren, dünyayı da tamamen pembeleştiren gelinliği giymeye gören hatun adayı dişi kişi, mutluluğu yakın, pek yakın görürür. Evliliğe dair tüm öğütleri aç dinler. Dinlediğini yapar. Bazı hayatlar "ne umdum, ne buldum" dedirtecek denli hazin de olsa dayanır, dayanır, dayanır. Öldürülmeye çeyrek ya da an kalıncaya kadar dayak yer, ağlar. Zamanla yaşlar dıştan kalbe kalbe akmaya başlar. Ama baş, hep o beraber kocanacak tek yastıktadır. Olanın olmayana karıştığı kavgalarda gururu incinir, duymazdan gelir. Duymazdan anlamazdan gelişleri, "erkek böyle, ne de olsa kocam" la noktalar. Baş gene aynı yastıkta, beden yine olması gerektiği yerde, erkeğinin yanındadır... Aldatılır, fark eder, anlar, haykırır, cümle alem, komşular, mahalle ve ne yazık ki çocuklar şahit olur ev savaşına... "Erkektir yapar" lar çıkar karşısına... Öyle kırılıp hırpalanıp üstüne basılmaktan yamyassı hale gelmiştir ki kalbi, yerinde olduğuna kendi bile inanmaz artık... Ve bu kadın, genç kızlık hayalleri beslediği o klişeleri draje draje aldıktan sonra, sorgusuz sualsiz yaşadığı her şeyi kanıksarsa, işte o zaman hapı yutar... O pembe panjurlu ev hayallerini göz önüne getiren, tüm nasihatleri seviyorum. Küçük naz kaprislerin büyütülüp yatağın ortasına getirilmesine karşıyım. Ama o yatak alev almışsa, yanan da sizseniz, alevler beden ve benliğinizi sarmadan, tez elden söndürün gitsin derim.
|