Düğün mevsimi başladı, kolaylıklar!
Uzuun ve dergicilikten televizyona, her boyayı boyadığım medya kariyerimde, bir noktada bir "Gelin" dergisi çıkarttığımı biliyor musunuz? Gariptir, ama gerçektir. Kendi gelinliğini iki saat içinde seçip alan ben, senede dört defa bir ofise kapanıp, "çikolata kaplı nikah şekerleri", "en iyi kır düğünü mekânları", "davetiye zarfının üzerini yazmak için nereden kaligraf bulunur" gibi hususlarla uğraşırdım. Kaderin bir cilvesidir. Düğün dediğin, sonuçta iki kişinin uzun bir zaman birliktelik sürdüreceklerini resmi olarak açıklamaları olayıdır. Romantik bir yanı da vardır. Da... İş başka yerlere varmıştır, endüstri olmuştur günümüzde... Romantik ve eğlenceli olmasını bir yana bırakın, düğünler evlenen iki insan için, en azından İstanbul'da, bir işkenceye dönüşmüştür.
Düğün, gelin ve damadın, patlayan flaşlar, gözlerine sıkılmış video kamera ışıkları ve genellikle "Carmina Burana" gibi tüyler ürpertici, korku verici bir parçayla (sanki bir cinayet seyredecekmişiz gibi) salona girmeleriyle başlar! Tecrübeli bir sahne sanatçısı için bile heyecanlı bir andır. Zaten aylardır gerilmiş gençler, en romantik gecelerine tir tir titreyerek başlarlar! Güya senin gecen. Ama rahatsız kıyafetler içinde, oradan oraya sürüklenerek saatlerce, çoğunu tanımadığın insanların elini sıkacaksın. Uzun ve yorucu bir mesaidir. Hattâ düğünleri sırasında herkes yiyip içip, dans edip eğlenirken, kendileri iki lokma yemek yemeğe vakit bulamayıp açlıktan tansiyonu düşen gelinler tanıyorum! Şaka değil. Nikah esnasında yüzlerce göz üstlerine dikilmişken, milyonlarca kez yapılmış ayağına basma esprisini tekrarlamaları beklenir.
Öpüşme hususu karışık bir konudur zaten. Yanaktan öpüşsen, ne o öyle komşunun kuzenini öper gibi? Yanaktan öpüşmesen ayrı dert! Düğünün finalinde de, sanki bütün gece süren işkence yetmemiş gibi, pasta kesme merasimi vardır. Gelinle damadın, dev döner bıçağını alıp, yedi katlı pastayı, dost düşman seyrederken, ortak bir tek hareketle, birbirini hacamat etme tehlikesini hiçe sayarak, alt alta kesmesi adettendir. Bununla da bitmez, elinde çatalla birbirine pasta yedirme mecburiyeti vardır. Öyle müthiş bir zamanlama tutturmaları lâzımdır ki o anda, karşıdakinin uzattığı pastayı ağzınla yakalamaya çalışırken, çatalı da karşı tarafın ağzına batırma! Bir ömür geçecek, yaralanmayla başlamasın! Dikkat edin, pasta yedirirken, dikkat gelinle damadın pasta miktarları da birbirine uymaz. Herkes kendine uygun büyüklükte bir lokma almış çatala tabii. Aslan gibi, iştahlı damat lüp diye yutarken, onun kendine göre hazırladığı kocaman lokmayı gelin yutamaz! O pasta, ağzında büyürken ve aynı zamanda rujunu da bozarken, gelin nazik "Ay ilahi Remzi" hareketleriyle, etrafa mahçup gülücükler saçar ki, acıklıdır.
İşkence bununla kalır mı? Yooo. Akrobasi sürer. Kolları birbirine geçirerek şampanya içme hareketi vardır. Ne oluyor yahu? Allah korusun bardaklar bir kırılsa... Tavsiyem şudur. Düğünü falan boşverin. Yapın ufak bir kutlama, sonra da düğüne harcayacağınız parayla sıkı bir tatile gidin. Beni dinleyen kaybetmez!
|