Bir film, bir kitap ve bir albüm
"Neredesin Firuze"nin Müziği: Bir zamanların ünlü "Prestij ailesi" bireylerinin, türküleri bozarak söyleme konusunda ne kadar mahir olduklarını bildiğim için Özcan Deniz'in "Evvelim sen oldun/Ahirim sensin" adlı türküyü seslendirdiğini duyduğumda ilk tepkim "Eyvah!" oldu. Ama dinleyince önyargının ne fena bir şey olduğunu bir kez daha anlayıverdim. Çünkü Özcan Deniz türkünün hakkını vermiş. En azından onun şarkı söyleme stiline yer etmiş olan ve insanın içini kıyan o arabesk tınıya burada rastlamıyoruz. Albümde ayrıca Burcu Güneş'in seslendirdiği "Gaip Yol" adlı bir şarkı var ki, bence Yalın'ın "Zalim"ine fark atar. Patlamaması şarkının kabahati değil. "Ya evde yoksan" ile Müslüm Baba'nın "Sensiz olmaz"ının etki gücüne, üzerinde çok durulduğu için değinmiyorum. Albüm çıkalı epey zaman oldu ama yine de kayıtlara geçsin diye söylüyorum: "Neredesin Firuze" albümü, bence filmden bile güzel. İyi bir "şehir içi sıkışık trafik müziği" ve özellikle gündüz vakti İstanbul trafiği için bulunmaz nimet..
Farah Pehlevi'nin Anıları: İran devrimini, bu zamana kadar hep devrimi yapanların perspektifinden okudum: Devrim öncesi Şah'ın yaşadığı şatafatlı yaşamı, halkın yoksulluğunu, Şah'a bağlı ajanların halka göz açtırmamasını, muhaliflerle dolu İran zindanlarını, Amerika ile Şah arasındaki sıkı ilişkileri filan biliyorum. Devrim günlerini de biliyorum: Tahran'ın şehir elektriğinin devrimciler tarafından kesildiğini, evlerin damlarına ve çatılarına çıkıp gece boyu sloganlar atılmasını, esnafın el altından Humeyni kasetlerini halka dağıtmasını filan.. Yıllardır bunları okumuş biri olarak geçen gün kitapçı vitrininde gördüğüm "Farah Pehlevi'nin Anıları" kitabının üzerine hemen atladım. Şah Rıza Pehlevi'nin karısı Farah Pehlevi, çocukluğunu, Paris günlerini, Şah'la nasıl evlendiğini en ince detaylara kadar anlatıyor kitapta. Saraylardaki şatafatlı günlerden, hiçbir ülkenin kabul etmediği trajik sürgün günlerine uzanan, gerçekten ilginç bir öykü bu. Kitabın en etkileyici bölümü, Şah ve ailesinin ülkeyi terk etmek zorunda kaldıkları günün öyküsü.. O günü çok güzel anlatmış Farah Pehlevi. İranlı modern kız Farah Diba'nın, nasıl Farah Pehlevi olduğunun hikayesi ise, bize onun ne kadar "iktidar tutkunu" bir kadın olduğunu gösteriyor. "Başka insanların trajedisini öğrenmek, en gizli mesleğimizdir" derler.. Bu hükme katılıyorsanız, bu kolay okunan kitabı kaçırmayın.
Kandehar'a Dönüş: Festival günlerinin sonunda bize düşen bir Afganistan belgeseli oldu. Uluslararası Sinema Festivali kapsamında gösterilen belgesel film, küçük bir çocukken Afganistan'ı terk ederek Kanada'ya yerleşen bir kadının, günümüz Afganistan'ında uzun süredir haber alamadığı yakın arkadaşını arama çabasını anlatıyor. 1970'lerin sonundan 2 binli yıllara Afganistan'ın öyküsünün de yansıtıldığı filmde, beni en çok kadının, ülkesine yaklaşımındaki aşırı modernist tavır rahatsız etti. Onun dışında pek bir sorun yok: Hem tekniği, hem de anlatım tarzıyla Afganistan gerçeğini gözümüze sokuyor bu belgesel. Ayrıca bir ülkenin 20 yıl gibi bir süre içinde, zamanın durduğu ortaçağ günlerine nasıl dönebildiğini düşünüyorsunuz. Bir de insan denilen canlının ne kadar zalim olabileceğini görüyorsunuz. Bilmiyorum, Murathan Mungan bu belgeseli izledi mi? İzlemediyse tavsiye ederim. Çünkü onun "Çador" adlı uzun hikayede anlattıklarıyla, bu belgesel arasındaki benzerlikler bir hayli fazla..
|