|
Onlar Arnavutköy'deki kırmızı köşkün sakinleri
|
|
64 yıllık bir aşk onlarınki, Boğaz'da başlamış orada devam ediyor
Bir yanda dünyaca ünlü mimar Nail Çakırhan, diğer tarafta Türkiye'nin ilk kadın arkeoloğu Halet Çambel. Çambel, eskrim dalında Olimpiyadlar'a giden ilk Türk kızı.
*** Bu evde kocaman bir tarih ve 64 yıllık aşk var
Arnavutköy sahildeki tarihi kırmızı köşkün kapısındayım. Biraz önce hayatımın en güzel sohbetlerinden birini gerçekleştirdim. Üstelik pencereden el bile salladılar
Halet Çambel konuşurken Nail Çakırhan Boğaz'ı seyrediyordu. Gülümsediği bir an oldu
Arnavutköy'de sahilde kırmızı bir köşk vardır, bilir misiniz? Gelip geçerken gözünüze takılmaması mümkün değil. Eski ahşap, kocaman bir bina. İstanbul'un dokusunu taa derinde hissettiren romantik bir adres... Yıllardır önünden geçip sahiplerini merak ettiğim bu köşkün kapısını geçtiğimiz hafta çaldım. Cüneyt Koryürek olmasa yine çalamazdım, o da ayrı. Biri 94, diğeri 89 yaşında olan Çakırhan-Çambel çifti değil röportaj vermek, kimselerle konuşmak bile istemiyorlar. Evin her tarafı kitap, kağıt dosyaları ve klasörlerle dolu. Boş yer yok adeta. Biz Cüneyt Koryürek ile hemen salonun yanındaki odada otururken, içerlerden bir yerlerden sonuna kadar açık olan televizyonun sesi geliyordu. Halet Hanım yanımıza oturdu, bir izzet bir ikram. Çaylar geldi, kuru pastalar, pandispanyalar... "Zaman" dedi Halet Çambel, "zaman o kadar önemli ki, işte o yüzden insanlara pek vakit ayıramıyoruz. Hiçbir şeye yetişemiyorum artık. Oysa o kadar çok yapacak iş var ki. Kitabımı bitirmeye çalışıyorum o yüzden her dakika benim için çok önemli." Ardından da patlattı espriyi, "Ülkeyi satıyorlar ama zamanı satmıyorlar ne yazık!" Halet Çambel aristokrat bir ailenin kızı. Berlin'de doğmuş. Dedesi büyükelçi, babası ise Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Çambel. Küçük Halet, 8 yaşında Türkiye'ye geldiğinde ancak çat pat Türkçe konuşabiliyormuş. O yılları gülümseyerek anlatıyor: "Türkiye'ye gelmeden önce İsviçre, sonra Avusturya'da bir süre yaşamıştık. Yurda gelince çarşaflılarla ve hiç alışık olmadığımız koşullarla karşılaştık. Ablalarımla birlikte anneme gittik ve dedik ki 'Bu iş böyle olmayacak, biz düşündük taşındık ve geri dönmeye karar verdik'. Tabii ki dönemedik. Aksine şu anda oturduğumuz bu eve yerleştik." Arnavutköy Kız Koleji, eskrim dersleri ve Sorbonne'da arkeoloji. "Paris'ten çağırdılar beni, çabuk gel 'Olimpiyadlar'a gidiyorsun' diye. Apar topar Türkiye'ye döndüm. 1940 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde asistan olan Çambel, doktorasını da aynı üniversitede yapmış. Ardından iki yıl Almanya'da Saarbrücken Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak çalışmış. Halet Hanım'ın cephesinde işler böylece yürürken, Nail Çakırhan gizlice Sovyetler Birliği'ne kaçmış. Orada sosyalizm ve sosyoloji okuyan Çakırhan, yurda döndüğünde sadece Pasaport Kanunu'na muhalefet etmekten bir ay cezaevinde kalmış. İki yıl askerlik, ardından Bab-ı ali. Çakırhan ile hayatına dair konuşmaya fırsat bulamadım, çok da istekli gözükmüyordu, yorgundu. Hikayesi için gazeteci-yazar Nebil Özgentürk'ün Bir Yudum İnsan kitabı referans oldu. Dilerseniz 64 yıllık aşk öyküsünün nasıl başladığını yine Özgentürk'ün kaleminden vereyim: "Nail Çakırhan, Tan Gazetesi'nde süren gazeteciliği sırasında yine hayatının akışını tamamen değiştirecek bir genç kızla tanışır. Halet Çambel'dir bu genç kızın adı... Kendi deyimiyle aşkı, dostu, arkadaşı, sırdaşı ve her şeyi olan Çambel'le. Bir süre flört eden Çakırhan ve Çambel 1940'lı yılların başında evlenmeye karar verir... Yıllar sonra Çakırhan bir fırsatını bulup eşi Halet Hanım'la birlikte Moskova'ya gider. İlk eşi Rus Tayyis ve 40 yaşına gelmiş oğlu Rudik'i bulur." Nebil Özgentürk boşu boşuna Nail Çakırhan bölümünün ismini "Hayatı Roman" koymamış ki... Bir tarafta Nazım Hikmet'in arkadaşı, gazeteci şair, sonradan mimar olmuş dünyaca ünlü bir isim, öteki tarafta ise ünü kocasından hiç de aşağı kalmayan bir arkeolog var. "64 yıl bir evlilik nasıl sürer, hala nasıl böylesine sevgi dolu bakışılır?" diye sormak istedim ama Halet Hanım izin vermedi. "Girmeyelim bu konulara, düşmeyin siz bu tuzağa, magazin yapmayalım" diye uyardı beni nazikçe. Nail Çakırhan ise kendi keyfindeydi. Sohbete pek katılmadı. Camın önündeki koltuğundan uzun uzun Boğaz'ı seyretti. Gülümsediği tek an, ismimi öğrendiği zamandı. Ama ne gülüştü o öyle, adeta çocuk ışıltıları dolaştı. "Ne güzel isminiz var sizin öyle, hem bal hem çiçek." Arnavutköy'deki bu kırmızı köşkten çıktığımda kendimi çok farklı hissediyordum. Bir tarih yaşamışlardı beraberce, el ele...
|