Ne yaptın Ahmet!
Ahmet Tezcan'ı severim. Yine seveceğim. İlk ismiyle hitap etmiştim hep, yine öyle ederim. Ama Ahmet bugüne kadar gösterdiği özenin aksine bu kez "pozisyonlar"ı karıştırdı. Başkası yaptığında eleştireceği şeyi aynen yaptı. "Dördüncü Kuvvet Medya" gibi bir medya eleştirisi web sitesini imkansızlıklar içinde tırnaklarıyla yaratıp öncülük yapanlardan Ahmet, orada yazabileceği bir yazıyı "Başbakan Müşaviri" sıfatıyla resmi bir mektuba dönüştürdü. Bazı televizyon ya da gazetelerde medya analizleri yaparken müdahaleler karşısında istifa edebilen Ahmet, bu kez daha kudretli bir yönetimin parçası olarak bir gazeteye müdahale eder oldu. Ne yaptın Ahmet!
*** Türkiye'de kim neden ne kadar "haberdar" oluyor, bilmiyorum; özetleyeyim. Gazeteciliğin temel ilkelerine dikkatiyle tanıdığım Ahmet Tezcan bir süredir Başbakan Erdoğan'ın danışmanı. Açıkçası, gazetecilerin bu tür siyasi-bürokratik danışmanlıklarından, açık ya da gizli mesafe kayıplarından, emir-komuta-gönül hiyerarşilerine tabi olmalarından hazzetmem. Ancak, Ahmet gibi ilkeli, büyük medyaya mesafeli birinin orada bulunmasının bazı şeyleri de olumlu etkileyebileceğini düşünmedim değil. Eminim Ahmet bu yönde de çaba harcamıştır. Ancak, birkaç gün önce İlhan Selçuk Cumhuriyet'te iktidarın medyaya müdahale ettiğini, kimi yazarların bu yüzden (geçici süre için olsa da) yazamadığını belirtti. Ahmet Tezcan da bunun ardından Selçuk'a hitaben bir mektup kaleme aldı. Mektup, bir açıklama, düzeltme yahut ispata davetten öte, suçlama ve polemik üslubu taşıyordu. Ahmet'in bildiğim zarafetinden uzak, kabacaydı. Cumhuriyet'e göre, "iktidardan gözdağı" idi. Bana göre, "bağımsız" bir gazetecinin elbette kendi fikri olarak yazabileceği, bir köşede yahut medya eleştirisi-analizi kanalında pekala çıkabilecek bir yazıydı. Ama, "iktidarın içinden", Başbakan Müşaviri sıfatıyla yazıldığında, ayıptı, tehlikeliydi ve Ahmet'in bugüne dek savunageldiği ilkelere hiç uymuyordu. Uymamak bir yana, ihlal ediyor, taciz ediyor, emsal oluyordu. O yüzden... Ne yaptın Ahmet!
*** Şimdi, bu "ayıp"ın dışında, ortak doğrulara gelirsek; Şu iktidar "bu iktidar", sivil ya da askeri hiçbir gücün medyaya, gazeteciliğe "müdahale arzu ve girişimlerinden" muaf olduğu masalını kimse anlatmasın. Kimse, kendi kuruluşlarının bu tür girişimlere hayatta maruz kalmadığı masalını da anlatmasın. Kimse, kendi kuruluşlarında "tarihte" hiçbir zaman böyle şeylerin vuku bulmadığı, böyle şeylere asla tanık olmadığı masalını da anlatmasın. Kimse, ne cumhuriyetlerde, ne bir gün bir sabah vaktinde, ne bir akşam rehavetinde, ne milliyet aşkına, ne hürriyet uğruna, ne radikal heyecanlarda, ne vesairede hiç kimsenin iç ve dış müdahalelere maruz olmadığı, esen rüzgara bakarak kendini evcilleştirmediği, mağdur kılınmadığı, törpülenmediği yahut hepten kazınmadığına dair masallar da anlatmasın. Çok olmuştur az olmuştur, geçmişte kalmıştır bugün azmıştır, ayrı hikaye. Ama ne İlhan Ağabey anlatsın, ne Ahmet Kardeşim anlatsın, ne de başkaları. Açık sansür, açık devlet müdahalesi, toplatma, bir bölgeye sokmama gibi uygulamalara maruz kalan, işin tuhafı medyanın ve çoğu gazetecinin de umursamadığı gazeteler zaten olmuştur ama... Hiç kimse, iktidar odaklarıyla patron-yönetmen fiskoslarının, kimi patron-yönetmen-abi telkinlerinin gölgesinde, "kendinden menkul özgürlük" masalları da anlatmasın. Bu vahim durumu zaten Ahmet de bilir. Ama, danışmanlık yaptıkları da dahil, kimin kimle nerede ne konuştuğunu, hep yanlarında olmadığı için bilmeyebilir! İşte bu yüzden de... Ne yaptın Ahmet!
|