Kurban... Ve Abdi Bey...
Bulutların Ötesi filminden bir sahne.. Hikaye bu ya... Bir grup bilim adamı "Aztek Tapınağı"nı ziyaret edecek... Tapınak zirvede... Arazi engebeli, dolambaçlı; tırmanmak gerek!
Bilim heyeti, müthiş bir misafirperverlikle, her biri dünyevi sıkıntılardan uzak "tapınak görevlileri" nce omuzlarda taşınarak tepeye varmaya çalışıyorlar.. Son derece sakin ve ağır adımlarla tırmanıp duruyorlar..
Ancak "omuzlarda taşınan" bilimadamlarından biri, bu yavaşlıktan(!) sıkılıyor, biraz da "acele işi" var! "Omuz sahibi"ne eğilip.. "Hiç tempolu yürümüyoruz, hızlı çıksak olmaz mı? Yapacak epey işimiz var daha!" diyor..
Aldığı cevap ilginç... -Hayır olmaz efendim.. Hızlı gidersek ruhlarımız bize yetişemez!
*** Ruhlarımızın bize yetişemediği ve "dolu dizgin" gitmeye çalıştığımız şimdiki hallerimize baktıkça, bu hikayeyi içimden bir kez daha anlatmak geldi. Ve ne ilginç, ne tuhaf ki.
Hayırlısıyla(!) "mekan" ve "dükkan" değişikliği yaşadığım bu gün, yani "Kurban Bayramı" nın birinci günü, bir kez daha anlatmam gereken hikayem var!
1 Şubat 1979'da "alçakça katledilen" Abdi İpekçi'nin sene-i devriyesinde. Yani, ölümünden tam çeyrek asır sonra. Şu ömür törpüsü Babı-ı Ali'nin tarihini yazacak olanlar, 60'ların başından 70'lerin sonuna kadar olan dönemi araştırdıklarında, Abdi İpekçi diye bir isimle karşılaşacaklar sıklıkla...
Kocaman, kapkara puntolarla yazılmış yüzlerce Abdi İpekçi başlığı görecekler.. Binlerce "DURUM"dan vazife çıkaracak ve her defasında saygı duyup alkışlayacaklar..
Ve hemen hemen 20 yıllık bir gazete taraması sonucunda da anlayacaklar ki.. "Abdi İpekçi, çok iyi bir gazeteci, çok iyi bir gözlemci olmakla birlikte, çok güçlü ve saygın bir gazete yöneticisi"ydi...
Hem yazılarında hem de gazetesinde, temel ilkesi, demokrasi, barış, özgürlük olan bir Türkiye insanıydı.. Yalan-dolana imkan vermeyen "muktedir"genel yayın müdürüydü..
Şimdiki pazar sohbetlerinin yaratıcısıydı.. İş dünyasından sanata, siyasetten sivil toplum kuruluşlarına kadar dönemin "iktidar" sahipleri, sorunlarını ya da keyiflerini, kamuoyuna Abdi Bey'in penceresinden aktarmak isterdi.. Bu durum, Abdi İpekçi'yi de "muktedir" hale getirmişti doğal olarak.
Bu arada pek çok "şöhretli yazar" yarattı.. Bu isimler halen ekran ve gazetelerde ününü sürdürmekteydi.. Kısacası sektör adına çok etkili bir "imza"ya sahipti İpekçi... Tüm bu özellikleri onu meslekte bir "duayen" konumuna getirmişti..
Dostları, düşmanları, sevenleri, sevmeyenleri rakipleri ve yakınlarının birleştiği bir nokta vardı ki; Abdi İpekçi, dürüstlüğüyle, paraya pula önem vermeyen, onurlu ve alçak gönüllü tavrıyla, kişisel çıkar gözetmeyen özelliğiyle ve mütevazı bir yaşam standardıyla öne çıkan bir meslek adamıydı.. Eşi Sibel İpekçi, kızı Nükhet ve oğlu Sedat'la, oldukça minik sayılan bir apartman dairesinde yaşayıp gider, konfor, görkem ve "jet sosyete" den uzak dururdu..
*** Derken, kan, ateş ve gözyaşı günlerinin gelip geçtiği, 1 Şubat 1979'da...
Otomobiliyle evine dönerken, önce, camdan sinsice bir kol uzandı.. Yardım değil, ölüm getiren bir koldu bu!.. Elinde tutuğu silah, tetiğe basılan parmak ve namludan fırlayan kurşunlar ..
Ve yıllar yılları kovaladı...
Dağa taşa, sitelere, sokaklara, meydanlara Abdi İpekçi adı verildi.. Heykelleri dikildi.. Adına ödüller kondu.. Gazetecilik okullarında "İpekçi gazeteciliği" örnek gösterildi.. Ve hemen hemen 25 yıl boyunca(!) katillerin izi sürüldü! Güya!
Eşi Sibel İpekçi, az görünmeye ve konuşmamaya çabalarken, aile adına bu görevi kızı Nükhet üstlenirdi... Sonra, evet, sonra...
Bu 25 yıl içinde(!) ve dahi özellikle şu yakın zamanlarda şunlar yaşandı..
Sibel Hanım'ın, uzun zamandır ekonomik olarak zor durumda olduğu, Abdi Bey'den devraldığı "emeklilik" maaşıyla güçlükle geçinip gittiği.. Orta yaşlara geldiği sırada başgösteren "kemik erimesi" hastalığı nedeniyle daha da zor duruma düştüğü.. Hastalığı ilerledikçe alınması gereken ilaçlara bütçesinin yetmemeye başladığı ve çare olarak "eski dostlar"ın yardımıyla Muğla SSK Hastanesi'ne başvurarak bir "rapor" bir de "röntgen çektirmek" için başvurduğu... Raporda içerik olarak "hastanın maddi yetersizliği gözönünde tutularak SSK'ca ödenmesi"nin yazıldığı, yani, özetle, ihtiyaçtan doğan bir rapor almak durumunda kaldığı ve bu sayede uzun bir süre ilaçlarını ücretsiz alabildiği anlaşıldı..
Ama... Bundan iki ay önce, tam da Abdi İpekçi'nin "idol" olup olmadığının tartışıldığı bir dönemde. Yani, genç kuşaklara örnek olmalı mıdır, olmamalı mıdır sorularının ortaya atıldığı sıralarda! (doğrusu kemiklerinin sızlatıldığı!)
Sibel Hanım'ın ilaç alımı için yaptığı başvuru üzerine... Okmeydanı SSK Hastanesi, eski raporu geçersiz kıldı ve İpekçi'nin "heyet raporu" için, bir kez daha dilekçe vermesi gerektiği öğrenildi.. Ve Sibel Hanım'ın, heyet, yani "mevzuat hazretleri" ni yerine getirebilmek için birkaç kez koşmasının, kuyruklara girmesinin ardından, sonunda yorulup pes ettiği ve artık ilaçlarını kendi imkanlarıyla almak zorunda kalacağı da...
*** Şimdi, 1 Şubat 2004'e, bir not düşmek istiyorum!
Pes etmeyin Sibel Hanım.. Biliyorum ki imkanınız az ve ihtiyacınız var o heyet raporuna..
Alın ve bir onur ve dürüstlük belgesi olarak saklayın.. Ve biliniz ki bir gün, Türk Basın Tarihi'ni "adam gibi" yazacak olanlar..
O belgenin alınma zorunluluğunu özetlemek için, 60'ların başıyla 70'lerin sonu arasındaki döneme tekabül eden gazete sayfalarına bakacaklar.. Sadelik ve temizlikle harmanlanan "Durum' köşelerinden bir "öykü" çıkaracaklar.. Muktedir bir gazete yöneticisi ve yazı adamının ahlakla ve ilkelerle gelip geçen yaşam öyküsünü..
İyi Bayramlar...
|