AB'nin stratejik eşiği
Alman Şansölyesi Gerhard Schröder'in Türkiye ziyareti, Türkiye'nin AB'den müzakere tarihi alması bakımından önemli bir ziyaret olarak şimdiden kayıtlara geçti. Fakat ziyaretin boyutları, Türkiye'nin AB'den müzakere tarihi almasıyla sınırlı değil. Aynı zamanda AB'nin bir "siyasi eşiğe" geldiğini de gösteriyor bu ziyaret. Türkiye açısından AB'den müzakere tarihi alınmasının kazanımları konuşulurken, esasında bunun AB açısından ne tür kazanımlar doğuracağı da giderek daha açık görülüyor. Transatlantik'te ortaya çıkan çatlaktan, Batı bloku ile ötesi arasındaki "değerler soğuk savaşı"na kadar dünyayı omurgasından etkileyen sorunların çözümü bakımından Türkiye'nin AB üyeliği "kilit rol" üretiyor. * * * AB içinde Fransa ve Almanya'nın yarattığı ağırlık merkezi, özünde eşitlerin işbirliğini yaratan AB içindeki küçük ülkeleri rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığın yanı sıra büyüyen ve hantallaşan mekanizmaları ile AB, kendi içine kapanan, kendi iç sorunlarına odaklanan bir birlik haline gelme riskiyle her zaman karşı karşıya. Bu da açıkça gösteriyor ki, AB gibi "siyasi entegrasyon" biçimleri, yerinde saymaya başladığı andan itibaren "erimeye" başlar; dışa açılmak zorundadır. Dışa açılarak büyümek bu tür siyasi entegrasyonlar için son derece kritiktir. Bu, iki yolla olur; siyasi ve kültürel değerler bakımından zenginleşmek ve coğrafi olarak önyargısız olmak.
Eğer AB siyasi ve kültürel değerler bakımından "coğrafi determinizm"i ve "Avrupamerkezcilik"i aşan bir irade ortaya koyamazsa, önündeki "stratejik eşiği" aşamayacak demektir. Konuyla ilgili bütün stratejistlerin kabul ettiği gibi, AB'nin kendini yeni bir düzlemde "tazelemesinin" ve Transatlantik'te ortaya çıkan çatlağın "stratejik zayiatı" haline gelmesinin önüne geçebilmesinin tek yolu öncelikle Türkiye'yi AB "siyasi değerler coğrafyası"na dahil etmektir. Bu açılımın belli bir zamanlama ile Rusya'nın da eklenmesiyle tamamlanması kaçınılmaz gözüküyor. Türkiye konusunda AB çevrelerinde ortaya çıkacak bir tereddüt, AB'nin dünyanın geri kalan bölgelerinden koparak Orta Avrupa gündemine sıkışmasına yol açacaktır. Bu da siyasi değerler birliği olarak kurgulanan AB'nin "siyasi ontoloji"sine aykırı bir durumun ortaya çıkması demektir. Siyasi değerler yerine, coğrafi determinizmin ve Avrupa içindeki güç mücadelesinin AB'yi kuşatması riski de bu noktada iyice güçlenmektedir. * * * Öte yandan Irak Savaşı'yla beraber Transatlantik ilişkilerde ortaya çıkan çatlağın giderilmesine dönük tüm siyasi ve stratejik hazırlıkların, haziran ayında İstanbul'da yapılacak NATO zirvesinde şekilleneceği hatırlanırsa, Türkiye'nin AB'nin küresel güç olmasının "siyasi gerek şart"larından biri olduğu görülür. Türkiye, Atlantik ittifakının dinamiklerinden biri olduğu gibi, Transatlantik ilişkilerle dünyanın geri kalanı arasındaki ilişkilerin "stratejik tercümesi" açısından da temel rol sahibidir. Bu bakımdan AB "küresel güç" haline gelecek açılımları yapmak için Türkiye'nin stratejik imkanları ile "derin iletişim" kurmaya mecburdur. Türkiye'nin AB'den müzakere tarihi alması sadece Türkiye'nin meselesi değildir. Türkiye'nin AB'nin "siyasi coğrafya"sına dahil olması, hem özelde AB açısından gerekliliktir, hem de Transatlantik ilişkilerin geleceği açısından pozitif bir dinamiktir. Alman Şansölyesi'nin ziyareti, bilinen gündemin dışında, bu sembolik/stratejik gündemle de değerlendirilerek tarih kaydına alınmalıdır..
|