Şehrin ruhu...
Çok önemli bir yerel seçime doğru giderken, birçok önemli kentimizin sorunlarını ekranlarda enine boyuna görme imkanı buluyoruz. Şehirlerde belediye başkanlığı yapanlar ya da bu göreve talip olanlar, sorulan sorular çerçevesinde kent perspektiflerini anlatıyorlar. Ortaya çıkan tablo genel olarak şehir kültürü ve şehir yaşamı hakkında umut verici sonuçlara ulaşmamıza imkan vermiyor. Öncelikle şehir kavramı hakkında, üzerinde uzlaşılmış bir bilinç olmadığını tespit etmek gerekir. * * * Şehirleri içinde yaşanan mekanlar olarak ele alırken, çok az konuşmada şehirlerin birer "canlı organizma" olarak ele alınması gerektiğinin farkında olunduğu görülüyor. Şehir, içinde yaşayan insanların ve nesnelerin toplamından çok daha büyük ve öte bir şeydir. Sadece fiziki bir duruma işaret etmez şehir, barındırdığı insanların ve nesnelerin çok ötesinde bir şey olması, bir "ruh"u olmasından, tarihsel süreklilik içinde bir "bilinc"in taşıyıcısı olmasındandır. Bu nedenle, şehir bilinci hem fiziki mekana uygun refleksler üretilmesini gerektirir, hem de mekana dönük atılacak her adım şehrin ruhuyla uyum içinde olmak durumundadır. New York şehrinin kuruluşuna ve gelişmesine dair küçük bir araştırma yapmak bile, nefes kesici bir serüvenin, insan aklına, sezgisine, öngörüsüne ve cesaretine dönük büyük bir hikayenin içine girmek demektir. Şehrin öncüleri, o gün imkansız görünen birçok adımı tüm eleştirilere rağmen atarken, New York'la özdeşleşmiş "özgürlük" ruhunun çağrısına uygun davranarak engelleri aştılar ve şehrin ruhunun mekanı nasıl yoğurabileceğini gösterdiler. Gerçekten insan aklının ve cesaretinin büyük serüvenlerinden biridir bu... New York gibi çarpıcı bir örneğin çıplak biçimde gösterdiği gibi, herhangi bir mekan ruhuyla uygun bir fiziğe kavuştuğu müddetçe "şehir" olarak anılmayı hak eder ve orada yaşayan insanlar, barınma gibi bir temel ihtiyacın çok ötesinde bir düzlemde yaşama imkanına kavuşurlar... * * * Hiç tartışmasız dünyanın en muhteşem şehri olan, büyük bir ruhu ve mücevher gibi bir güzelliği temsil eden İstanbul'un üzerinde olduğu topraklarda yaşamak, şehir üzerine daha çok bilinç üretilmesini gerekli kılıyor. "Mekanın ruhu" ile "fiziği" arasında bağ kurulmasını talep etmek için, büyük bir metropolü temel almakla, küçük bir kasabayı ele almak arasında fark yoktur. Şehirleri emanet edecekleri insanlardan şehir halkının beklentisi bu olmalıdır. Bu, sadece şehirlerde yaşayan insanların gündelik konforu için değil, o şehrin mirasçısı oldukları için böyle olmak durumundadır. Çünkü şehirler insanlara ait olduğu gibi, insanlar da o şehirlere aittirler. İnsanların şehirler üzerinde yaşama hakkı olduğu gibi, şehirlerin insanlardan kendi ruhuna ve bilincine uygun davranılmasını bekleme hakkı vardır. O nedenle bir şehri yönetmeye talip olan insanların, sadece klasik bayındırlık hizmetlerinden bahsetmesi hiçbir şey ifade etmez, o şehrin yaşayan bir organizma olmasına katkısının ne olacağını açıklıkla görmek gerekir. Bir şehrin yönetimi için tarih ve kültür perspektifi ile şehir halkının yönetime katılımı işin esasıdır. Şehirlerin fiziksel iyileştirmesi ancak bu esas üzerine oturduğunda bir anlam ifade edecektir. Unutulmamalıdır ki, ruhu hesaba katılmayan bir şehrin, üzerindeki insanlar da hesaba katılmaz...
|