BM'nin siyasi reenkarnasyonu
Kıbrıs müzakerelerinde izlenen yöntemin Türkiye'nin "milli siyaset"ine aykırı olduğu iddiasını dillendiren bilumum muhalefet biçimlerinin, bu söylemle siyaseti nasıl kavradıkları çok açık görülüyor. Türkiye'nin Kıbrıs konusundaki tezinin esası, iki kesimliliğin güçlendirilmesine, Kıbrıs Türkleri'nin egemenlik haklarını güçlü biçimde korunmasına ve Türkiye'nin garantörlüğünün etkinleştirilmesine dayanmaktadır. İşin özü budur. Kıbrıs sorununun geçirdiği aşamalara göre, bu özün korunmasına dönük "yöntemler" zaman içinde pek çok kez farklılaşmıştır. Nitekim son otuz yıl içinde yöntem açısından en az on ayrı yol izlenerek "siyasal öz"ün korunduğunu görüyoruz. Bugün gelinen noktada Annan Planı referanslı olarak yürütülen politika da aynı özün korunmasına dönük yeni bir yöntemin izlenmesinden ibarettir. Bunu "milli siyaset"te yön değişikliği olarak sunmaya çalışmak, esası araca, özü yönteme indirgemektir; daha da vahimi, siyaseti bir düşünce ve strateji faaliyeti olmaktan uzak biçimde algılayarak, sadece belli şablonların katı ve dar görünürlüğüyle sınırlı biçimde değerlendirmek demektir. Türkiye'nin izlediği yöntemin esası, işin özünü en güçlü biçimde koruyacak yeni yöntemleri uygulayarak, "stratejik üstünlüğü" elde tutmaktır. "Uluslararası algı"yı Türkiye ve KKTC lehine çevirmek bakımından bunun ne kadar doğru olduğu daha ilk basamakta ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz bu her şeyin bitmesi ve istenilen şekilde tamamlanması anlamına gelmiyor, fakat stratejik üstünlüğün Türkiye ve KKTC tarafında olduğu tescil edilmiştir.
*** Sürecin bu dinamik yaklaşım ile geliştirilmesi, hem Kıbrıs konusunda Türkiye'nin tezlerini güçlendirecektir, hem de Kıbrıs'ı çok aşan biçimde başka stratejik kazanımların da elde edilmesine kapı aralayacaktır. Irak krizi ile pasifleşen ve etkinliği tartışılan BM, objektif bir yaklaşım ile süreci yönetirse, yeniden güç kazanma ve uluslararası sorunların çözümünde temel adres olduğunu çok zayıf bir anında tescil etme fırsatına kavuşacaktır. BM'nin örgüt olarak ve temsil ettiği değerler bakımından Irak krizi süresince kenara itilmesinden sonra yeniden prestij kazanması ve uluslararası değerleri temsil eden örgütler konusunda kafası karışan küresel düzenin içine girdiği kaotik ortamdan çıkması için, sembol bir sorunu diplomasi ve müzakere teknikleri yoluyla çözmesi gerekiyor. Uluslararası değerler ve örgütler açısından bir işlevsizleşme olarak ortaya çıkan Irak krizi, aynı zamanda Transatlantik güç ilişkilerinin yapıştırıcısı olan siyasal dilin de çatlaması anlamına geldi. Bu bakımdan, bundan sonrasında uluslararası ilişkilerin hangi değerler temelinde şekilleneceğinin yeniden bilinmesine, teyid edilmesine ihtiyaç var. Kıbrıs sorunu bir bakıma, gelecekte, uluslararası ilişkilerin BM tarafından temsil edilen değerler yoluyla değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin "test alanı" veya "psiko-politik eşiği" olacak. Bu noktada BM, AB'ye üyelik hakkı kazanmış Güney karşısında, özellikle Türk tarafının hassasiyetlerini doğru konumlandıran bir müzakere sürecinin inşasını gerçekleştirebilirse, Kıbrıs sorununu çözerken, aynı anda çok büyük bir etki yaratarak, uluslararası sorunların çözümünde temsil ettiği değerlerin hâlâ geçerli olup olmadığı konusundaki kafa karışıklığını da gidermiş olacak.
*** Bu sürecin önünü açan kesimin Rum tarafı değil, açık biçimde Türk tarafı olduğu şu anda herkes tarafından görülüyor. Böylece uluslararası değerlerin ve örgütlerin yeniden prestij kazanmasına imkan veren süreci Türk tarafının açılımlarının gerçekleştirmiş olduğu tescil ediliyor. Transatlantik'teki stratejik çatlamadan uluslararası değerlerin zayıflamasına kadar bir dizi ağır krizle yüklü olan küresel düzen açısından, Kıbrıs ve buna bağlı olarak Akdeniz havzası "siyasi reenkarnasyon" un "adres"i haline geliyor. Bu sürecin sonucu, Akdeniz havzasının küresel düzen içinde "merkezileşmesini" getirecektir. Süreç doğru biçimde yönetilirse, Irak krizi ile ağır sarsıntı geçiren uluslararası düzenin kendini tamir etmesi açısından Akdeniz havzası işin omurgasını oluşturacaktır. BM ve temsil ettiği uluslararası değerlerin siyasi reenkarnasyon"unu mümkün kılan zemin Akdeniz havzası, havzayı siyasi merkez haline getiren dinamik Kıbrıs ve tüm bu sürecin stratejik üstünlüğünü elinde tutan odak Türkiye olduğu için, bütün stratejik avantajlarına yeni bir bağlamda "Akdeniz gücü" olmayı ekleyecektir Türkiye. Bu, bilinen Akdeniz gücü olmanın çok ötesinde bir stratejik kazanım ve statü olacaktır. Bu noktada Türkiye'nin işin özünü daha da güçlendiren yeni yöntemler ve açılımlar gerçekleştirmeye devam etmesi, BM'nin de Türk tarafının hassasiyetlerini ve tezlerini doğru konumlandıran bir değerlendirme sürecini tam olarak işletmesi gerekiyor. Yeni yöntemlerle sorunun çözümüne dönük açılımlar getiren Türk tarafının tezlerinin doğru konumlandırılması ve Rumlar'ın AB üyeliğini garantilemiş olmayı, BM'nin arkasına sığınarak çözümü zorlaştıran siyasal tutumları üretmek için kullanmasının engellenmesi ile ortaya çıkacak tablo, uluslararası değerlerin yeniden prestij kazanması için ortaya çıkmış güçlü bir fırsat olacaktır. İşin özeti: BM'nin bu fırsatı doğru değerlendirmesi kendi prestiji açısından zorunludur, buna bağlı gelişen yeni durumun merkezindeki stratejik güç ise Türkiye'dir...
|