| |
Yargıyı yargıladıkça...
Türkiye'de toplumla devlet arasında uçurumlar bulunduğu için, herkesin bildiği gerçekler bir türlü devlete ulaşmaz... Ya da çok geç ulaşır...
Büyük şirketlerin davalarını rüşvet karşılığı çözen bir çetenin ortaya çıkarılması, bilinen hatta sıradan kabul edilen bir vakanın belki de ilk kez devletçe de ciddiye alındığını göstermesi açısından önemli.
Yoksa "avukat tutma, hakim tut" sözü Türk halkının yarattığı bir deyiştir... "Yargı, vicdanla cüzdan arasına sıkıştı" diyen de, Yargıtay eski Başkanı Mehmet Uygun'dur.
Bunu 1998 yılında söylemiş olmasına rağmen kimse harekete geçmemişti o zaman. Çürümüş bir sisteme dokunulunca, bu sistemin çürümesine ses çıkarmamış insanlar yıpratmayalım" söylemiyle ortaya atılıyor. Her türlü nüfuz istismarının yapıldığı bir ortamda bozuklukların düzeltilmesi için hiçbir çaba göstermeden "ufunete" atılan neştere "yıpratmayalım" söylemiyle karşı çıkmak ne kadar samimi ve inandırıcı ki?
*** Adalet sistemindeki tek müzmin hastalık rüşvet mi? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde en fazla mahkolan ülkenin Türkiye olması, yargının evrensel standartlarda karar almadığını gösteren bir başka huzursuz edici işaret değil mi?
Peki yargı kararı, evrensel uygulamalar ölçü alınınca niye bu kadar sık mahkum oluyor? Mahkum olduğunda, bunun tekrarını önleyecek bir mekanizma yok mu?
AB sayesinde, böyle bir mekanizma oluşturulmaya çalışılıyor. AİHM'nin bozduğu kararların yeniden görüşülmesi gibi bir uygulama çok yeni başladı. Ama nasıl yürüdüğünü Leyla Zana davasında görüyoruz. AİHM yargılama sürecini "adil" bulmadığı halde, eski uygulamayı sürdürmek isteyen bir zihniyet görüyoruz.
AB, yasaların değişmesi kadar hatta belki de bundan daha önemlisinin "uygulama" olduğunu söyleyip duruyor. Uygulamanın denetlenmesini de simgeleştirdiği Zana davası ile takip etmekte... Türkiye'ye kırk yıl aradan sonra gelen ilk AB Başkanı olan Prodi'nin de ayağının tozu ile Zana davasına gönderme yapması boşuna değil...
Zihniyeti değiştirmeyince, yasayı değiştirmişsin ne işe yarar? Uyum yasasını çıkarmışsın, AİHM bir önceki süreci gayriadil bulmuş ve sen eski anlayışla davaya yeniden bakıyorsun... AB de "ne oluyor" diye soruyor tabii...
*** AB süreci, en dikkatlilerin bile kolayca algılayamadığı bir hız ve derinlikle Türkiye'yi değiştiriyor... Tüm tabular gözler önüne seriliyor. Kapalı rejimlerin en büyük iki tabusu asker ve yargı.
Toplum bunları şimdi eskiye oranla çok daha rahat tartışıp gözlüyorsa, bu muhakkak ki AB'nin yarattığı demokratikleşme saydamlaşma atılımının bir sonucu. Bu iş hızlanınca, AİHM'nin bozduğu kararlar da, büyük basında yer alacak.
Bizdeki yargının nerelerde ve neden mahkolduğunu gördükçe, yargıyı parasal ve siyasal etkiden arındırmaya devam edeceğiz. Cumhurbaşkanına, Başbakana, Genelkurmay Başkanına birisi "vatan haini" dese, bunu "hakaret" saymayacak yargı mensubu mı?
Ama aynı şey yazarlara söylenince, bunun "hakaret" olmadığını söyleyebilenler çıkıyor. Bu çifte standart değil mi? Rüşvet kadar bir sorun teşkil etmez mi?
*** Devlet bütçesinden yargıya ayrılan pay bindeler ile ifade ediliyor... Bu, toplumun yargıya ihtiyacı yok demektir.
Toplum yargıya ihtiyaç duymayınca da, rüşvet, siyasal nüfuz, gizli ve etkin güçler, üyelerin kişisel eğilimleri devreye giriyor ve ortaya kocaman bir rezalet çıkıyor.
Şimdi peşine düşülen rüşvet, bunun sadece bir ayağı... Daha derin ve kapsamlı bir temizlik gerekiyor. Daha doğrusu Türkiye'ye yeni bir yargı sistemi gerekmekte... Yargı yargılanınca ortaya çıkan sonuç, bu arzuyu sadece güçlendiriyor...
|