| |
Konya'dan Kıbrıs'a...
ÖNCEKİ günkü gazeteler Konya'daki Zümrüt Apartmanı'nın enkazından çıkarılan ölü sayısını 28 olarak bildiriyordu. Dün sabahın erken saatlerindeki televizyon haberlerinde, kayıp 48'e çıkmıştı, yazının başına oturduğumda 53 oldu. Üstelik, altmış kişinin daha enkaz altında olduğu belirtilmekte...
*** Konya'daki çöken binada yapılan ilk tetkiklerin sonuçları, durumu bir kez daha netleştiriyor: Çürük demir... Yanık beton... Eksik malzeme... Hatalı işçilik... Yetersiz denetim... Türkiye, kendi başına bırakıldığında kendine kötülük yapan sorunlu bir çocuk gibi. Diyarbakır'da aynen Konya'daki Zümrüt Apartmanı gibi çöken Hicret Apartmanı'ndan bu yana yirmi bir yıl geçti... Ne müteahhidin çalması bitti, ne belediyelerin aldırmazlığı, ne yasaların gevşekliği, ne de vatandaşın açıkgöz kaderciliği... Türk siyasetini finanse eden "müteahhit"in odağında bulunduğu soğukkanlı cinayetler serisi devam ediyor.
*** Toplumsal avantacılık adına ölümü göze alma dehşeti, belli ki, Avrupa Birliği standartlarında bir denetim olmadıkça devam edecek... Ölüme duyarsız, hırsızlığa alışkın bir zihniyet kendi kendini denetleyemiyor... Bunu yapacak sürekli ve tutarlı bir üretim disiplini yok... Zaten Avrupa Birliği de işe önce kamu kesimi ihale yasasından başladı... Ona da dirençler hala devam ediyor... "Ölümler sürsün ama avantacılık bitmesin" diyen gizli bir arzu var gibi... Halbuki, hiçbir Avrupa Birliği üyesi ülkede insanlar kendi ölümleri üzerinden hırsızlık yapmıyor. Artık bizim sıradan bir olay olarak gördüğümüz "çöken ev" hikayesinin bir teki bile orada ortaya çıkmıyor. Sebebi basit, orada herkes üreterek piyasada hakkını alıyor, bizde ise siyasal avantacılık yarışında becerikli olan devlet hazinesini yağmalıyor...
*** Türkiye'deki inşaat standartları, AB'deki inşaat standartları arasındaki fark ne ise, bizlerin yaşam kalitesi ile AB'deki yaşam kalitesi arasındaki fark da o... Şimdi, Türkiye dışında kimsenin tanımadığı KKTC'nin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, hem kendi halkının hem de Türkiye halkının içinde bulunduğu mezbelelikten kurtulma şansını bıçaklama peşinde... Bugüne kadarki gelmiş geçmiş planlar içinde hakkımızı en çok gözeten Annan Planı istikametinde işler hızlanırken, Denktaş Rum kesiminin işine yarayacak bir biçimde hır çıkarma arantısı içinde... Türkiye hükümetine posta koyup, onun siyasal otoritesini çürütecek cümleler peşinde: "New York'a gidilebilir" Anlaşmazsak, kim ne kazanacak? "Avrupa Birliği toprağını işgal etmiş ve AB üyesi olmak isteyen bir devlet" olarak ne sağlayacağız? Yunanistan, AB üyesi... 1 Mayıs sonrasında Kıbrıs Cumhuriyeti de AB üyesi olacak... "Rum malını" talan eden bir Korsan Ada olarak kalmak ve bunun için direnmek kime ne yarar sağlayacak?
*** Tabii hepimiz biliyoruz ki mesele Kıbrıs değil... Türk devleti içinde hala AB standartlarında bir devlet ve toplum olmaya direnen odaklar var... Onlar olmasa, Denktaş kime dayanarak, direniyor havası yayabilir ki? Peki, Denktaş'a ayak sürümesi için güç veren ve "çözüm arzusu" konusunda yeniden Yunan tarafına inisiyatifi kaptıran kesimler ne istiyor? Türkiye'nin, Konya'daki Zümrüt Apartmanı gibi bir perişanlık içinde kalmasını... Buna karşın da kendi iç sömürge ayrıcalıklarının sürmesini...
*** Birleşmiş Milletler Yaşam Kalitesi Endeksi'nde Portekiz 23. Yunanistan 24. ve Türkiye 96. sıra demek, bizim Diyarbakır'daki Hicret, Konya'daki Zümrüt apartmanları düzeyinde yaşamamız, AB'dekilerin de 7.6 şiddetindeki depremde burnunun kanamaması demek... Denktaş ve onun destekçileri, çözümün önünde durdukça, kendi malının hırsızı ve kendi canının katili olan toplumsal bir çürümeyi hızlandıracaklar... O çürüme, uyuşturucuya alıştırılmış gibi avantacılığa alıştırılmış bir toplumun hazin sonu... Ama bundan en büyük parsayı, toplumu avantacılığa alıştıranlar sağladı... Zaten iç sömürge zihniyeti de bu demek... Kendi kanını emerek beslendiğini sanmak...
|