| |
Muhabbet...
Elektriğin son anlarına yetiştim. Elimi yüzümü yıkayıncaya kadar gidiverdi. Demli çayın yerini poşet, Türk kahvesinin yerini de nescafe aldığı için çaydanlığın yerini de elektrikli ısıtıcı almıştı. Çaydanlık da dolapların birinin dibine atılmıştı. Karanlıkta bulup çıkaramadım. Kahve için su ısıtma girişimim de bu nedenle akamete uğradı. Kalorifer ise sıcaklığını yavaş yavaş yitirdi.
*** Sabah kalktığımda, bir önceki geceden kalma bahçedeki taze karın bekareti iki çift ayak tarafından bozulmuştu. Biraz sonra birkaç komşu arabalarını temizlemek için aşağıya indi ama çabuk vazgeçtiler. Direnen ise sadece bir baba ile kızı oldu. Önce jiplerini kardan iyice arındırdılar sonra neşeli kahkahalar atarak kar topu oynadılar.
*** Gazeteler parti parti geldi. Hepsini okudum. Bir gün öncenin sayfalara yansıyan sorunları aynen devam ediyordu. Gazetelerin manşetlerine konu olan elektrik hala yoktu. Trafiğe çıksak anlatılanları yeniden yaşayacağımız aşikardı. Bu şartlar altında iyice anlamsız gözüken laik- şeriat tartışmasına ait birkaç haber ve yorum ile Kıbrıs sürecine göz attım. MGK toplanıyordu. Kıbrıs, AB'yi isteyenler ile istemeyenler arasında bir simgeydi. Aslında tüm tartışmaların fay hattını AB oluşturuyordu. Bunu bildiğim için bu haberleri çoktan çözülmüş bir bulmaca gibi okudum.
*** Kar süzülür gibi yağıyordu. Eskiden masalara koyulan, kar manzaralı içi su dolu fanusları hatırladım. Şöyle bir sallayınca kar yağmaya başlardı. Kar, o masa süslerindeki gibi salına salına dökülüyordu yeryüzüne. Neden kara teslim olduk, bir ara aklıma bu soru düştü. Gerçekten bugüne kadar az rastlanır şiddette bir kışla karşılaştığımız için mi yoksa bizde organizasyon diye bir maharet olmadığından mı? Yola çıkan trafikten, eve giren elektrikten çekiyordu.
*** Ekonomik gelişmenin alt evrelerinde olmamızdan dolayı doğa ile başa çıkamıyoruz diye düşündüm... Depreme, kara, kışa, su baskınına sürekli yenilmenin başka anlamı var mıydı? Amerika'nın üç gün içinde ürettiği patenti ancak yüz yetmiş beş yılda üretince, başka türlüsü olabilir miydi? Üstelik iki yüzlülüğü, hırsızlığı, avantacılığı mevcut sistemin özüne koyunca... Doğa da bunu cezalandırıp duruyordu.
*** Bir ara, ne yapacağını bilemez halde, birkaç gündür elimde dolandırdığım Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın çıkardığı "İhracat stratejik planına" geri döndüm. Geldiğimiz noktayı, ihracat açısından yeryüzü ile kıyaslayan tablo ile ilgileniyordum. Yeniden ona dalarak kendimi ortamdan soyutladım. Dışarıdaki kış kıyameti, evde elektriğin olmadığını unutmaya çalıştım. 2003 yılı ihracatımızda en yüksek paya sahip olan tekstil, konfeksiyon, demir-çelik gibi sektörler dünyada önemini kaybediyordu. 2001 yılı itibariyle, dünya ihracatı ile Türkiye ihracatını kıyaslayınca, bu tespitler daha da netleşiyordu. Dünya ihracatında tekstilin ve konfeksiyonun payı yüzde üç, demir-çeliğin ise yüzde ikiydi... Türkiye'de ise sırayla yüzde on üç, yüzde yirmi bir ve yüzde sekizdi... Dış satımımızın yüzde 42'si dünyada eskisi kadar zenginlik getirmeyen sektörlerde yoğunlaşmaktaydı.
*** Dünya ihracatında payı en hızlı artan sektör ise ofis ve büro malzemeleri sektörüydü. Bilgi çağı ile birlikte hizmetler gelişiyor, orta sınıflar güçleniyordu. Hizmet sektörü de ister istemez büro ve ofis malzemelerinde şimdiye kadar rastlanmayan bir atılım gösteriyordu. Şimdiden dünya ihracatının yüzde on dördünü büro ve ofis malzemeleri kapsıyordu. Bizim ihracattaki payı ise yüzde üçtü. Otomotiv, taşıt araçları, yarı mamuller ve kimyasallar gibi sektörlerde ise dünyadaki gelişmelere paralel bir trend gözlenmekte Türkiye'de. Dünya ticaretindeki otomotivin payı yüzde dokuz iken, bizde yüzde sekiz... Taşıt araçlarının dünyadaki payı yüzde on sekiz, bizde ise yüzde on üç... Yarı mamuller dünyada yüzde yedi, Türkiye'de yüzde sekiz... Tarımın dünya ihracatındaki payı yüzde dokuz iken, bizde yüzde on üç... Ama buna karşın gelişmiş ülkelerde çalışan nüfusun içindeki tarımın payı minnacık iken bizde yüzde kırk... Maden sektöründe ise nal topluyoruz. Dünya ihracatında madenciliğin payı yüzde on üç iken, bizde yüzde dört...
*** Aradaki farkı gidersek, kara kışa teslim olur, depremde binlercemizi yitirir miyiz diye kendi kendime sorarken, faks tıkırdadı... Anladım ki elektrik geri geldi. Kahve suyu ısıtmak için kalktım.. Kar yağmaya devam ediyordu. Bahçede kimse kalmamıştı.
|