'Unutmadığım için affederim'
Spor yorumlarının yanı sıra günlük hayat ve özellikle de aşk yazılarıyla sivrilen Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu, "her zaman karanlık bir adamım" diyor. Tutkuları, öfkesi, şöhretle olan ilişkisi ile bilmediğiniz bir Babaoğlu portresi...
Modern hayatın en temel sorunu, sarhoşluk çağrısıdır. Buna karşı çıkmalıyız. Ben ancak ayık kafayla gerçekten hayatın tadının çıkartılabileceğini düşünüyorum
* 46 yaşındasın. "Aşk yazarı" ve spor yorumcusu olarak ünlendin ama kim olduğunu bilmiyoruz. İstanbul Üniversitesi'nde sosyoloji okudun. Felsefe ve psikoloji ile ciddi olarak ilgilendin. Peki hayatında örgütlerin yeri oldu mu?
'80 sonrasında herkes 70'li yıllardaki siyasal maceralarını anlatmaya bayıldı. Benim en sevmediğim şey bunlardan konuşmak. Çünkü gençlik heyecanlarımızla öyle dört nala koşmuştuk ki, ayaklarımızın altında neler ezildi!
* En negatif duygun ne?
İlginç olan şu ki, 18 ile 21 yaş arasını da spiritüalist ve mutasavvıf insanların arasında geçirmiştim. O kadar erken yaşta öyle bir şeyden geçtim ki, negatif duygular çok kolay yakalamıyor beni. Kendi melankolimden başka negatif bir duygum yok. Benim için düşünmek, var olmak, sokağa çıkmak, insanlarla konuşurken birden bire durmak, durup bakmak... Bütün bunlar melankolinin kaynağı olabiliyor.
* Zor mu geliyor yaşamak?
Eskiden çok zor gelirdi. Melankoli sonra çok olumlu bir şeye dönüşüyor. Bir biçimde seviyorsunuz. Eskiden dışarıdaki güzellik içimi sıkardı, çünkü kalmakla gitmek arasında bir duyguydu içimdeki... Güzellik "kal" diyor sana. Bir başka şey de "bırak git" diyor. Şimdi sadece güzel kayıtsızlık var... En önemli sorunlarımdan biri de unutamamaktı. Şimdi orada da yavaş yavaş bir kayıtsızlık geliştiriyorum.
* Asıl problem, affetmemek mi?
Unutmamakla affetmemek farklı bir şey... Affetmedikleri için unutmayanlar var. Ben unutmadığım için affedenlerdenim.
* Ne arıyorsun?
Bir tane sorum var, yanıta ulaşacağını sanmıyorum kolay kolay: Hem modern bir insan olmak, hem de hikmet yolunda olmak mümkün mü?
* Oraya geleceğim. Önce söyle: Kime düşmansın?
Ahret soruları gibi bunlar! Düşmanlarım olsun isterim. Hatta "gerekli düşmanları kazanma sanatı" diye bir sanat olduğunu dahi düşünüyorum. İnsan hak edilmiş; kılıç şakırtıları çıkartacak düşmanlar kazanmalı... Ama o kadar hızlı bir hayat yaşıyoruz ki, düşmanlarınız da düşmanlıklarını bilemiyorlar!
* Var mı öyle sıkı bir düşmanın?
Günümüzde kılıç şakırtıları çıkartacak düşmanlık olur mu? Günümüzde kıskançlık, haset olur. İpin nerede olduğunu bilmediğimiz bir yarışta hepimiz atlet gibi koşuyoruz. Aynı pistte koşmaya zorlanmış atletlerin düşmanlığıdır günümüzdeki...
* Haz duyduğun yenilgin var mı?
Zaten kazanan birisi değilim. Arkadan birileri ittiği için çoğu kez başardım. Ama yenilgilerden haz alıyor musun deyince, tüylerim diken diken oluyor. Çünkü bizim toplumun temel problemlerinden birinin de değeri bilinmemişlik duygusuyla ağlaşma, mızmızlanma hazzı olduğunu düşünüyorum. Medyada çok var bu: "En büyük bendim aslında ama değerimi bilmediler!" diyerek keyiflenme hali... Tabii ki modern hayata göre zaman zaman yenilmem gerekti ve bu yenilgilerimi kabulleniyorum.
ÖFKEME YENİLDİM
* Peki seni sarhoş eden tutkularını anlat bana.
Modern hayatın en temel sorununun sarhoşluk çağrısı olduğunu, kavga etmemiz gereken şeyin belki de bu sarhoşluk olduğunu düşünüyorum. Ben hayatın tadının çıkartılmasının ancak ayık kafayla olacağını düşünüyorum.
* Belki de kendi şöhretinle sarhoş olduğun için böyle konuşuyorsun?
İnsan kendi şöhretiyle ancak tedirgin olur.
* Peki, hangi yanlışlarla kazandın hayatta?
Ooo dehşet sorular bunlar! Ben 31 yaşıma kadar süper serseri olarak yaşadım. Bu "yanlış"tan kazanmış da olabilirim. Serserilik, evliliklere çok benziyor; alışıyorsunuz. Cebinizde 500 lira parayla, üç gün geçirmek bunu bilmeyen birisine çok tuhaf gelebilir.
* Peki hangi doğrularla kaybettin?
Bu tür sorulara doğrusu hiç hazırlanmamıştım! Ama Nokta dergisindeki yıllarda sırf doğruyu yaptığımı sanarak öfkeme yenilmiştim. Sevdiğim bir arkadaşıma çok tatsız bir biçimde davrandım. Boğazını sıktım çalışma ortamı içerisinde.
* Seni bu kadar öfkelendirecek ne yapmıştı?
Çok güleceksin; oturduğum yerden uçtuğumu gördüm, "şov yapma" demişti. Öyle demeseydi bütün bunlar olmayacaktı, sonra çok üzüldü o da. Sonra hepsi unutuldu, fakat bu yüzden bir buçuk yıl işsiz kaldım.
* Gazeteciliğin kendisi bir şov zaten... Bir de ekrana çıkıyorsun...
Benim ekrandaki varlığım, tam tersine "şovu öldürme"dir. Köşe yazarlığı tarzım da patronların filan sevmeyeceği bir tarz aslında. Galiba gereğinden fazla kibarım! Eleştirdiğim insanların adını vermediğimi farkettim geçen gün. Bu "gürültüsüz" yazarlığı patronlar, yayın yönetmenleri sevmez aslında, ancak okurlar tuttuğu sürece yazabilirim gibi geliyor bana...
HAYAT FENA DALGA GEÇER
* Baba olma özlemin var mı?
İlkokuldan beri, soyadımın da etkisiyle bana "baba" derler; bununla idare ediyorum. Ama zaman zaman bir kız çocuğunun babası olma özlemini çektiğimi itiraf edebilirim.
* Aynadaki yansımana bir bak bakalım. Nasıl bir adam bu Haşmet?
Her zaman "karanlık" bir adam.
* Karanlık yanın, sürprizlere açıklık anlamında mı yoksa kötülükler yumağı olarak mı?
Kuyu...
* Derin yani? Bir yandan da yüceltiyorsun kendini?
Neden? Biz derin sözünü boğulacağımız şeyler için kullanmayız genellikle, ama kuyuda boğulunur. Her zaman karanlıktır kuyu.
* Senin günlük hayattaki vesveselerin neler?
Bizim gibi insanlarınki artık vesvese olarak değerlendirilmeli, bilemem. Biz müthiş tezler, inanılmaz inançlar, doğruluğu kanıtlanmış bilgece kanaatler gibi görürüz vesveselerimizi... Ben de vesveselerimi yere göğe koyamam. Ama şuna çok inanırım: Hayat, bir şeyin altını çok fazla çizersen çok kötü bir biçimde dalga geçiyor seninle.
* Mesela seninle nasıl dalga geçti?
"Ne aşkı ya!" diye diye aşık olmuştum. Bundan büyük dalga geçme olur mu?
* Bir bardak su olsan nasıl olurdun?
Su başka, aynadaki gibi değil... Çok berrak ama bardağın yarısından da aşağıda bir su olduğumu biliyorum.
* Bende uyandırdığın izlenim, bardak ağzına kadar dolu, ama su çok berrak değil.
'Beyoğlu beni uçuruyor'
* Vecd hallerine geçelim. Bir Mevlevi gibi dönmesen de, yokluğu yakalayıp varlığın bütününe uzanma gibi bir deneyimin, ya da Esma-i hüsna'dan herhangi birine asılıp kendini yukarı çektiğin anların oldu mu?
Vecd çok önemli. Sarhoşluğun bulanıklığıyla vecd'in zihin açıklığı birbirinden çok farklı şeyler... Ben "Varlık"ın geride bıraktığı uğultulu boşluğu hissediyorum..
* İniş mi, çıkış mı bu?
İnsanın kabuslarında ortaya çıkan düşme korkusunu çok önemsiyorum. Düşeriz fakat düştüğümüz yeri görmeyiz... Sadece yoğun bir ürküntüdür hissettiğimiz. Bana öyle geliyor ki, küçük bir hareket, aynı zamanda bizim yukarı doğru uçmamızı da sağlayabilir... Kabus güzel bir rüyaya dönüşebilir... Ama bu mistik vecd deneyimleri çok mahrem konular. Böyle konuşmasak!..
* Ben günlük yaşamında bunları nasıl hissettiğini, hangi keşiflerde bulunduğunu merak ettim. Mahrem alanın sana kalsın, kalmalı da..
Çok güzel o zaman! Şimdi Sultanahmet'e, Süleymaniye'ye falan gitmek ve 'ben mistik deneyimlerimi burada yaşıyorum' demek çok anlaşılır bir şey. Fakat benim hayat merkezim Beyoğlu ve İstiklal Caddesi'nin karanlık, kuytu köşeleri. İşte orada düşebilirsin de, çıkabilirsin de... Ben orada yükseliyorum.
* Bunu bir fantezi olsun diye söylemiyorsun değil mi?
Hayır!.. "Kendini yukarı doğru çekmek" dediğin şey işte! Düşerken yükselişe geçmek. Beyoğlu beni gerçekten uçuruyor... Vecd denilen de bir "uçma an"ıdır.
NURİYE AKMAN