kapat
10.12.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 RAMAZAN
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Tefessüh etmek

Yusuf Ziya Ortaç'ın genç yazarlara verdiği şöylesi bir öğüt vardır:

"Müstehcenlikle müstekrehlik farklı şeylerdir. Müstehcenliğin hoşa giden bir yanı vardır, ama müstekrehlik ise iğrençliktir!"

Bu anlamda öncelikle, her aklına geldiğini yazmak zanneden, bir köşe yazarının haftasonu köşesinde yayınladığı "Kadınlar, erkekler tuval tine girebilir mi?" başlıklı yazısından birkaç "müstekreh" pasaj aktarayım:

YÜZ KIZARTAN SATIRLAR

"... İşin tuhafı...

Ben cins olarak, yazı insanı kategorisine girenlerden değilim. Bana, 'Yaşamak mı? Yazmak mı?' deyin, banko a şıkkı derim. Hayatımı yazarak kazanmam da tamamen kaderin bir cilvesi. Allah'ın sopası yok! Zaten bir defasında Ahmet Altan'dan fena zılgıt yemiştim. 'Sen yazıyı küçümsüyorsun!' demişti bana. Haksız da sayılmazdı."

"...

Neyse neredeyse, mastürbasyon yapıyormuşum gibi bir keyifle, ne kendimi ne çapımı bir yazı insanı olarak asla tanımlamasam bile, birfikrin peşinden koşuyorum. Zihnimden cümleler kuruyorum."

"...

Bir yerlerde bir erkekle yemekteydik, ilişkimizin ilk zamanlarıydı, hani masa altından ayak teması zamanları, bitse de eve gitsek zamanları. Ama gidilemiyor, ana yemekler bile gelmemiş. Kalktı o şahane siyah bedeniyle Ğgiysileri siyahtı, teni değil- tuvalete gitti. O an bana dahiyane bir fikir gibi gelmişti, hemen arkasından gittim. Nasıl da kadın gibi giyinmişim, çok ender olur ama şıkım, topukluyum, fileliyim filan. Onu mutlu ederim sandım, peşinden tuvalete girdim, kapının kilidini çevirdim, aval aval baktı suratıma."

DİBE VURMAK

Bu satırların içinde yer alan ifadelerin ayrıntısına burada girmiyorum... O ayrı bir konu... Ama, bu satırların altındaki imzanın son yılların başarılı bir hanım röportajcısına ait olması beni bir hayli üzdü... Sanırım, bu satırları bir kez daha kendisi de oturup okumuş olsa, onun da yüzünün kızaracağına inanıyorum...

Hani meşhur bir söz vardır, "Elinizde bir çekiç varsa, gördüğünüz her şeyi çivi zannedersiniz" diye... Bu hanım yazar da sırf ilginçlik olsun diye böylesi bir şeyi kaleme almış. Bizim gazetede de O'nu örnek almaya çalışan kötü taklitleri var...

Kanaatimce bu hanım yazar, artık kendi özel yaşamından kesitler sunmanın ötesine geçip, kendi kendini provoke etmeye başlamış... Daha ilginç nasıl olurum diye, fantezi kurmacalar yapmaya başlamış. Yanında kim varsa, onu da bu işe ortak ediyor...

Eğer o gazetede bir Yazı İşleri Müdürü varsa, hem gazetesinin hem de bu genç köşe yazarının mesleki geleceğini korumak için bu yazıyı sayfaya koymazdı. Çünkü, bu hanım yazara, yazdığı köşenin "Boşvermişlerin gazetesi"nde yayınlanmadığını, aynı zamanda gazetenin logosunda Tan ya da Playboy yazmadığını hatırlatması gerekmez miydi?

GERÇEKLERDEN KOPMAK

Nitekim...

Bu hanım yazar, yazısının sonuna düştüğü notta ise "Bu arada ben Paris'teyim. Gerçi annem tembih etti, sürekli oraya buraya gittiğini yazıyorsun, yazma diye. Ama gerçek bu!" diye farkında olmadan... Türkiye'nin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel gerçeklerden ne kadar uzakta olduğunu ortaya koyuyordu...

Endişem odur ki, bu genç ve başarılı röportajcı eğer böyle giderse, çok yakında eşi ile birlikte yatakta deneyip de başarısız olduğu pozisyonları da yazma noktasına gelecek ki, bu da Türk basının ulaştığı bir başka uç nokta olacak!

Oysa...

"Bugün gazetelerin başlarında bulunan patronlar, genel yayın müdürleri, bu ve buna benzer yazıları kesip ceplerine koyduktan sonra, evden işe gidinceye değin şöyle bir halkın arasına karışıp, onların nabzını tutsa, netice nasıl olurdu acaba?" diye merak ediyorum...

Ki...

Bu anlamda Almanya'da bir gazete patronu bunu yaptı ve ertesi günkü gazetesinin başyazısında da gözlemlerini yayınladı...

Nasıl mı?

Anlatayım...

PATRON SOKAĞA ÇIKARSA

Frankfurter Allgemeine gazetesinin sahiplerinden Johann Georg Reissmüller bir gün gazeteye, her zamanki gibi şoförünün kullandığı son model Mercedes'inin arka koltuğunda değil, günlük spor kıyafetleri ile yürüyerek gitmeye karar verir...

Reissmüller, tebdili kıyafet yaptığı bu yürüyüş sırasında, Frankfurt metrosunda gençlerin çeteler halinde dolaşıp bağırıp çağırarak yolcuları rahatsız ettiğine, metro istasyonlarında tam bir kaosun yaşanmakta olduğuna ve yankesicilikten dilenciliğe çeşitli olayların cereyan ettiğine tanık olur... Sokaklarda karşılaştığı bu ve benzeri görüntüleri şikayet etmek için karakola gider. Fakat polisler onu ciddiye almaz, alay eder... Bunun üzerine Reissmüller soluğu gazetesinde alır ve şöylesi bir manzara ile karşılaşır:

"Günlerden Perşembe olmasına karşın, gazete çalışanları koridorlarda birbirlerine 'İyi haftasonları' dileyerek vedalaşmakla meşguldür... Çantasını kapan haftasonu tatili için şimdiden yola çıkmakta... Geride kalan ise telefonun başında dedikodu yapmakla meşguldür..."

BU KADARI DA FAZLA

"Bu kadarı da fazla" diyen Reissmüller, hemen sekreterini çağırıp başından geçenleri yazdırır.

Ertesi gün, patronlarının bu gözlemlerini başyazı sütünunda okuyan gazete çalışanlarının yaşadığı şoktan ve ardından gelişen olaylardan bahsetmeme gerek yoktur herhalde...

Tüm bu göstergelere bakıp, sormak istiyorum:

"Acaba Türkiye'de de bir gazete patronu, ya da genel yayın müdürü günlük konforundan sıyrılıp, sokaktaki kalabalıkların arasına karışsa ve gözlemini ertesi günkü gazetede yazsa, sonuç ne olurdu?"

Kanımca, o zaman yukarıya aldığım pasajlara rastlamak hayal olurdu...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır