Sakın bu nasıl soru demeyin. Gelin şu işe nostaljiyle karışık
birlikte bir göz atalım:
Yelkenle ilk kez 1963 yılında tanıştım. Lise öğrencisiydim, bir
yandan da müzisyen olarak Bebek'te ünlü Gaskonyalı Toma'nın yanında
çalışıyordum. İki araya, bir dereye sığdırıp bir tekne edinmiştim. Bu
ilk sefinem, Vedat beylerin yalısının yanındaki Balıkçı Kibar Ali'nin
baktığı 5.5 metrelik yaşlı bir sandaldı.
Beni yelkene imrendiren şey de "nur içinde yatsın" Doktor Vedat beyin
yelken tutkusu oldu... Ünlü işadamı Necip Akar'ın "Puro-Fay'ın
sahibi" damadı olan Vedat beyin denizciliğine hayrandım. Hemen her
akşam üzeri yanına çocuklarını alır, yalısının önünde duran dragonu
andıran yelkenlisiyle denize çıkar, o akıntının göbeğinde volta
atardı. Bendeniz de fışır fışır suları yaran bu tekneyi ve ekibini
büyük bir hayranlıkla izlerdim.
Sonra bir gün Ali ağabeye, benim sandalı gösterip, "Buna yelken
takabilir miyiz?" diye sordum. "Tabii" diye cevapladı, "evde yelken
var. Sen git Perşembe Pazarı'ndan bir serenle direk al".
Huyumu seveyim. "Zaten sandala yeni ısınıyorsun, yelken senin neyine"
demeden tekneyi donattık. Ve de kendimizi bir anda "sadece kolayına
rüzgar bulunca yürüyen bir leşle" boğazın akıntılı sularında bulduk.
İşin kötüsü yanımızda yelkeni nasıl kullanacağımızı gösteren bir
Allahın kulu da yoktu...
Ama herşeye karşın yelkenin keyfini almıştım. Ters akıntıyla kürek
çeke çeke sahilden Aşiyan'a kadar yükseliyor, orada yelken basıp
volta ata ata Sadıkzadeler'in yalısına kadar iniyordum. Çünkü bizim
kaba sandal kolayına rüzgarla iyi kötü yürüyordu ama tahmin
edeceğiniz gibi akıntıyı filan çiğneyecek durumu yoktu...
Bu arada da zaman zaman yan yatmış teknesiyle geçen Vedat beyle
karşılaşıyorduk. Nazik adamcağız, hemen her seferinde şapkasını
çıkartarak yanımdaki kız arkadaşımla "şimdi eşim" beni selamlıyordu.
Ben de büyük bir ciddiyetle onu ve çocuklarını...
Ve sonunda yamalı yelkenle başlayan yelken tutkum, iki sene sonra
aldığım ilk kotram ile resmen sınıf atladı...
Buraya özellikle dikkatinizi çekerim. İlk kotram diyorum, ilk yatım
değil. Çünkü o zamanlar bizim bu küçük teknelerimize yat demek
özentiden başka bir şey kabul edilmezdi...
Bebek, 60'lı yıllarda da tekneler için iyi bir barınma yeriydi ve
genellikle fener sığlığındaki tonozlarında dururlardı. Aşiyan'a kadar
uzanan rıhtımda kıçtan kara tekne bağlamak da adetten değildi.
Benim hatırlayabildiğim kıçtan kara duran iki tekneden biri Bebek
Otel'in yanındaki yalıda oturan madamın İspiros kotrasıydı "doğrusu
Spiros da olabilir". Kaptan Deli Bekir'in baktığı İspiros gözüme ne
kadar da büyük görünürdü o zamanlar...
Bir diğeri ise Haldun Simavi'nin Burak kotrasıydı. Burak, bizim
gazinonun hemen yanıbaşındaki özel iskelesinde dururdu. Murat Kaptan
ve iki gemicisiyle...
1965 yılında Bebek'teki en büyük iki kotradan biriydi Burak. Bir de
Anabella kotrası vardı, Simavi'nin teknesi gibi çift direkli ve
kocaman... Eğer yanılmıyorsam Anabella kotrası şimdi Halit
Narin'de... Adı da Nurullah Bey olarak değişmiş...
Evet o zamanlar halk gözüyle bakıldığında denizde 3 tip özel tekne
vardı; sandallar, kotralar ve motorlar...
Haaa, bir de gemi büyüklüğünde yatlar vardı, bizim hayal bile
edemediğimiz:
Atatürk'ün Savarona yatı, Onasis'in Cristina yatı ya da Haliç'te
duran eskilerin Ertuğrul yatı gibi...
Bebek'te bağlı duran onca teknenin içinde de tek yat Sadıkzade Kemal
beyin gemiyi andıran yatıydı...
O zamanlar birine benim tekneyi gösterip, "İşte açıkta demirli duran
da benim yat" desem herhalde samimiyetimize bakmadan kahkahalarla
gülerdi...
Belki de o senelerde de yelkenli teknelere İngilizce karşılığına
sadık kalarak yat diyen vardı. Olabilir. Ama ben onca yıl kimsenin
ağzından "cutter"den dönme kotra yerine yat denildiğini duymadım.
Şimdi gelelim sadede:
Yat olsa ne olacak, kotra olsa ne farkedecek... Ya da yatçı veya
yelkenci ya da denizci...
Ama öyle bir gerçek var ki, beni müthiş rahatsız ediyor. O da büyük
bir çoğunluğun gözünde yat ve yatçı kelimelerinin hala "hesapsız
parayı ve maddi gücü" temsil ediyor olması...
Üçüncü, beşinci el bir yerli otomobil parasına aldığınız tekne "yat"
sınıfına sokuldu mu, siz de parasının hesabını bilemeyen bir zengin
gibi görünmeye başlıyorsunuz milletin gözünde...
Bırakın sıradan insanları şu sıralar yat barınaklarını bile
işletenler böyle bakıyor bizlere...
O yüzden diyorum ki, denizi zaten sevmeyip ürken şu milleti iyice
huylandıran "yat ve yatçı" kelimelerine bir parça ara mı versek
acaba.
Hem bir şey söyleyeyim mi, "denizci" kelimesi bana yatçıdan çok ama
çok daha sıcak görünüyor...