kapat
10.12.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 RAMAZAN
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Değişim dansı

Sıkıntıları, sorunları ve yaşadığımız çeşitli gerilimleri taşıyamaz hale geldiğimizde biraz olsun kendimize dönüyoruz.

Nedenleri bulmaya çalışıyor ve çözüm arayışı içine giriyoruz.

Bu süreçte başkalarından ya da bir kitap ve benzeri bir kaynaktan yardım almaya da gereksinim duyuyor ve yardıma açık hale geliyoruz.

Bu noktada ya tepkilerimizi bir şekilde ortaya koyup derin boşluk hissine kapılmadan durumu kurtarıyoruz ya da duygusuzluk dediğimiz bir sürece giriyoruz.

Örneğin aldatılıp terk edilen bir aşık kızıyor, öfkeleniyor, küsüyor, kırılıyor ya da başka bir şekilde tepki gösteriyor.

Gerilim çok fazlaysa zihinsel mekanizması onu korumak için yeni bir süreci harekete geçiriyor:

Duygusuzluk.

Bardağın boşalması gibi bir şey bu.

Zihin mesajı veriyor:

"Tutunduğun düşünce ve duyguların sana pek bir hayrı yok. Boşaldın ve bir süre sonra yeniden dolacaksın."

Bu süreç kısa sürerse pek sorun yok.

Uzun sürerse sıkıntı yaratıyor...

Satır aralarında kısa bir mesaj var:

"Düşünce ve duygularımıza yapışıyoruz. Çünkü onlarda güvence bulduğumuzu düşünüyoruz."

Kısacası duygular bir zift gibi yapışıyor ve bizi hep haklı çıkarmaya yardım ediyor. Ancak çok ağır süreçler sonunda en azında o durumda kökten bir değişim fırsatı veren duygusuzluk o eski duyguları söküp atma fırsatı yaratıyor.

Ama yaşamın tümünde bir değişim istenmediği için de onun da zaman içinde etkisi fazla olmuyor.

Duygu nasıl oluşuyor:

"Bir elmayı yiyoruz. Tat kaydı yapılıyor. İlk kayıt ekşi ise elmayı her bir dişlemeye kalkışmamızda o ekşi kaydı düşünce olarak ortaya çıkıyor. Bellek, bir yaydan çıkan ok gibi düşünceyi o duruma tepki olarak ortaya koyuyor ve geçmişin gölgesini o ana yansıtıyor."

O halde duyguyla düşüncenin aynı şey olduğunu söyleyebiliriz. Belki de çok kısa bir zaman sürecinde aynılaştığını söylemek daha doğru olacaktır.

Tavuk-yumurta-tavuk gibi birbirinin nedeni haline gelen iki şey.

Şüphesiz düşüncelerimizi sadece kendi deneylerimizle oluşturmuyoruz.

Bir de bize söylenenleri doğru ya da doğru olabilir şeklinde kabul etme özelliğimiz var. Yani kısacası ikinci el bilgilerle donanmış durumdayız.

Duygu ve düşüncenin nasıl oluştuğunu anlamak önemli ama tek başına bilme eylemi insanı o yılların düşünce birikiminden kurtarmıyor.

Şu örneğe bir göz atalım:

"Yatma vakti gelmiş bir küçük çocuğa annesi uyu yoksa baban kızar diyor. Bu anne kendine güvensizliğini ortaya koyuyor. Çocuğun uyumaması durumunda kendisinin onu uyutmak zorunda kalmasının vereceği acıya katlanmayı göze alamıyor. Babanın işi ne kadar zor.

Çocuğu korkutup uyutmazsa eşinden gelecek acıya katlanacak ya da çocuğuna karşı eşinin istediği adam rolünü oynayacak. Çocuk ne düşünüyor dersiniz. Uyursam babam beni sevecek. Babamın sevgisini kazanmak için onun istediklerini yapmak zorundayım. Sonunda zihin bir tilki kıvraklığıyla babam aslında beni sevmiyor gibi bir sonuç üretiyor."

İşte dilin şiddeti...

Çocukluktan başlayan dille ve davranışlarla örülmüş bu duygu dünyasına bakmayı ve değişimin dansını bilmek gerekiyor.

Neden mi?

Bir kısa anı bile o anda kendimiz olarak yaşamak için...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır