kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
26 Nisan 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

Yeni Türk sineması derken?..

YEŞİM TABAK
25.04.2009
Genç kuşağın yerli filmlerde ne kadar temsil edildiği, İstanbul Film Festivali'ndeki Türk sineması panelinde ortaya atılan sorulardan biriydi. Cevaben akla ilk olarak Kutluğ Ataman'ın (nedense üzerinde pek az konuşulan) İki Genç Kız'ı ile Can Candan'ın ÖSS belgeseli 3 Saat geldi; örnekler pek de çoğaltılamadı (Süt ve Hayat Var, herhalde başka temaları öne çıkardıklarından, telaffuz edilmediler). Bu hafta gösterime giren Başka Semtin Çocukları ve Festival'in Ulusal Yarışması'nda en iyi film seçilen Köprüdekiler, listeye eklenebilir. Her ikisinde de İstanbul'da belini doğrultmaya çalışan genç insanların hikâyeleri ve bambaşka sinemasal tarzlar var. Aydın Bulut Başka Semtin Çocukları'nda, Uğur Yücel'in Yazı/Tura'da, Mahsun Kırmızıgül'ün Güneşi Gördüm'de yaptığı gibi kahramanlarını, 'büyük resmi' öne çıkararak tanımlıyor. Aynı şekilde, Türkiye'nin büyük politik resmine bakmaya ve birçok trajediyi bir potada eritmeye çalışırken, seyircinin karakterlerle ilişkisini bir miktar da zayıf bırakıyor aslında. Daha doğrusu, çok hızlı bir ilişki yaşıyoruz diyelim. Sanki Bir Zamanlar Amerika misali destansı bir hikayenin, sadece en can alıcı noktaları aktaran özetini izliyoruz (Kabul: İyi toparlanmış bir özet). Filmin mekânı Gazi Mahallesi'nin, hem mecazi hem de en düz anlamıyla 'can alıcı' memleket meseleleri açısından tam bir bolluk sergilediğine şüphe yok. Yine de daha fazla gündelik detay ve kişiye odaklanan psikolojik gözlemler, filmin ulaştığı sosyolojik sonuçları daha sarsıcı hale getirebilirdi. 'Sosyolojik sonuçlar'la, Bulut'un, birbirine düşman görünen her grubun aslında aynı sindirilmişliğin parçası olduğuna, etnik çatışmaların yapaylığına dair saptamasını kast ediyorum. Şu var ki, ne zaman bir film hakkında bu kadar net olabiliyorsak, seyircide filmden geriye kalan da o kadar kolay iyileşen bir iz oluyor. Ne de olsa büyük izler, 'küçük resmin' içinde de ziyadesiyle mevcut. Filmin kalabalık yollardan geçerek varmak istediği nokta da bu aslında. Bar kapısına bodyguard olmak için yanıp tutuşan Simo'nun (Volga Sorgu), o işi alarak kazanmayı hayal ettiği iktidar, tek başına, binbir musibetten daha akılda kalıcı. Simo'nun hikâyesi, tokadı yediği yerde susmayı öğrenenlerin, vicdanından vazgeçmekte de sorun yaşamayacağının ürkütücü belgesi. Bulut'un filmle ilgili verdiği röportajlarından anladığımız kadarıyla, Başka Semtin Çocukları, renk konusunda film laboratuvarıyla sorun yaşamış; istedikleri tonu yakalayamamışlar. Filmin zaman zaman sarıya çalıp sonra çark eden renkleri, izleyici açısından hakikaten de bir handikap. Gerçi 'ışık ne kadar patlarsa o kadar iyi' mantığındaki TV dizilerine alışkın Türk seyircisi, herhalde bunu da hoşgörüyle karşılayacaktır. Köprüdekiler, aynı konuda daha da sahipsiz. Aslı Özge'nin filmi, ışık çalışmasından muaf, sinema lezzeti vermede biraz isteksiz görünüyor. Fakat özenli kadrajlar ve özenle oluşturulmuş bir 'gerçeklik' hissi var filmde. Zaten Köprüdekiler önce belgesel olarak yola çıkıp, yapım süreci içinde kurmacaya dönüşmüş. Bulut kamerasını ne ölçüde can alıcı hadiselere odaklıyorsa, Özge de o ölçüde sıradanlığa bakıp, anlamı onun içinden çıkarmaya çalışıyor. Filmin yakaladığı belgesel/kurmaca arası anlatım tonu yer yer bir miktar rehavet verici. Buna rağmen, boş görünen gündelik konuşmaları, ardındaki kasveti vurgulayarak ortaya koymak gibi bir beceri de sergiliyor film. Festival'deki panelde, Ceylan, Demirkubuz, Kaplanoğlu gibi ulusal ve uluslararası festivallerde kendini kanıtlamış, uzun süredir film çeken yönetmenler karşılaştırılarak bir 'yeni Türk sineması' kişiliği belirlenmeye çalışılmıştı. Yeni tanıştığımız sinemacıların işlerine bakınca, Türk sinemasının 'akım'a benzer bir ortaklıktan hayli uzak olduğu, genellemeleri mümkünse çöpe atmak icap edeceği, iyice anlaşılıyor. Bulut'un bir sonraki filmi Beşiktaş semti, Özge'ninki de İstanbullu burjuva bir aile üzerine olacakmış. Çoğu yönetmen 'yaşamın kıyısındakiler'i anlatmaya hevesliyken, birilerinin de yaşamın ortasına bakması, ilginç olabilir. Merakla bekliyoruz.