kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
2 Şubat 2009, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ENGİN ARDIÇ

Politikacı diplomat değildir

Bizim bildiğimiz, uygar ve özgür ülkelerde, büyük krizleri izleyen "yeniden kuruluş" dönemlerinde "rejim değişikliği" için referandum yapılır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İtalya'da, Yunanistan'da böyle olmuştur. Faşizm döneminden sonra Yunanistan'da gene böyle olmuştur.
Kızılordu işgali altında bulunan Bulgaristan'da, Macaristan'da, Polonya'da, Romanya'da, Çekoslovakya'da böyle olmamıştır tabii...
Bizim için dönüm noktası da bu dünya savaşlarının birincisi ve ardından gelen büyük yenilgi ve yıkılıştı... Bizde de rejim değişti.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti'ni Türk milleti kurmadı. Devlet şeklinin ne olacağı, ne olması gerektiği halka da sorulmadı.
Türkiye Cumhuriyeti'ni, Türk milleti "adına hareket eden" bürokratlar kurdular. Onların da, ancak bir bölümü.
Bu nedenle de, kendilerini her zaman "devletin sahibi" saydılar. Bu eğilim imparatorluk döneminde de vardı, orada da bir "süper sınıf" olan kapıkulları, kendilerini herkesten üstün görürlerdi, devlet onlardan sorulurdu...
Kendini devletin sahibi ve koruyucusu sayan bürokrasi, demokrasiye dönülünce, hükümet halkın eline geçince, hükümeti devletten ayrı ve "daha aşağıda" görmeye başladı.
Böylece "siyaset bilimi literatürüne" de hiçbir ülkede olmayan bir "garabet" hediye etmiş oldu.
Ankara'da iki güç merkezi oluştu, biri "bildiğimiz" hükümet, biri de "asıl ve gizli hükümet"...
Demokrasi mücadelemiz, bu ikiliğe son verme kavgasından ibarettir!
Bürokrasi direnmiştir ve direnecektir. Ayrıcalıklarını ve tafrasını bırakmak istemeyecektir. Tatsızlık bundan çıkmaktadır.
Bu çekişmenin son örneğini, başbakanın kopardığı Davos fırtınasında da gördük.
Başbakan "monşerlerden" sözetti...
Onları çok iyi tanırım, bazıları sınıf arkadaşım, çoğu okuldaşımdır.
Memur olduklarını sık sık unuturlar, "geleneksel bürokrat refleksiyle" devleti hükümetten korumaya çalışırlar! (Bana da çok kızarlar, laf aramızda...)
Görevleri, "siyasi otoritenin" verdiği emirleri uygulamaktır oysa... "Tedvire memurdurlar", bunu unuturlar.
Görevleri, iftiharla takdim ettikleri gibi, "başbakanın yaptığı yanlışları düzeltmeye çalışmak" değildir.
Hiçbir Fransız bürokratından, Sarkozy'nin politikaları aleyhinde bir tek çatlak ses duymadık... Hiçbir İsrail subayı da "ben Gazze'ye girmem" diyemedi, diyemez. Hiçbir Amerikan kamu görevlisi Obama'ya posta koyamaz.
Beğenmeyen, istifasını verir ya da emekliliğini ister, o kadar. Gider Anadolu Kulübü'nde briç oynar. Hele emekli olduktan sonra, kuyrukçu basının gazına gelip, sesi daha çok ve daha gür çıkmaz.
Bugün, Erdoğan ve Babacan size ne derlerse onu yapacaksınız beyler... Yarın Baykal başbakan olursa da, bu kez onun emirlerini uygulayacaksınız. İşiniz budur. Başka da bir şey değildir.
İyi Fransızca bilmek yeterli olsaydı ben bugün padişahtım! Siz de kendinize geliniz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın