kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
19 Aralık 2008, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Hep beraber mücadele vermeliyiz

AJANSLAR
Giriş Saati : 19.12.2008 15:56
Güncelleme : 19.12.2008 23:14
Yeni Haber
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi'nde açıklamalarda bulundu. Küresel krizle ilgili değerlendirmelerde bulunan Gül, "Hep beraber mücadele vermeliyiz. Dayanışma içine girilmesi gerektiğinin önemine vurgu yapmak istiyorum. Bu kriz bu geminin içindeki herkesi sarsar. Kimsenin bencil davranma hakkı yoktur" dedi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye gibi yüksek büyüme performansı gösteren ülkelerin küresel krizden etkilenmeyeceğini ve tamamen dışında kalacağını düşünmenin mantıklı olamayacağını belirterek, ''Hükümet, iş dünyası, sendikalar, herkes büyük dayanışma ve işbirliği içine girmezse hep beraber kaybederiz'' dedi.

Gül, Sheraton Otel'de düzenlenen TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısında yaptığı konuşmada, iş dünyası ve siyasi çevrelere bazı mesajlar verdi. Gül, toplantının küresel ekonominin tarihi bir süreçten geçtiği bir dönemde yapıldığına dikkati çekti.

Bütün dünyanın krizden nasibini aldığını ifade eden Gül, bu sürecin uzun sürmemesini temenni etti. Küresel krize yol açan faktörlere değinen Gül, geleceğe yönelik planlamalarda büyük zorluklarla karşılaşıldığını söyledi.
Gül, şöyle devam etti:

''Krizin yüksek büyüme performansı gösteren Türkiye gibi ülkeleri etkilememesi, bizim tamamıyla dışında kalacağımızı düşünmek mantıklı olamaz. Öyle büyük bir dalga var ki siz dışa açılmışsınız, dünya ekonomisi ile bütünleşmişsiniz, geminiz bu deniz içinde yerini almış, uzaktan gelen dalgalar Türkiye gemisini de dalgalandırmaya başladı. Burada, Türkiye gemisi sağlam mı değil mi ya da sallanırken masalar, ranzalar, tabaklar dökülmesin diye hangi tedbirlerin alındığı ve herkesin birbirine sıkı sıkı kenetlenmesi önemli. Dünya içinde yaşayan herkes bundan nasibini alıyor, Türkiye de alacaktır.''

ULUSLARARASI VE ULUSAL DAYANIŞMA

Cumhurbaşkanı Gül, krizin küresel boyutta olması nedeniyle uluslararası dayanışma ve işbirliğinin büyük önem taşıdığını, aynı zamanda ulusal dayanışmaya da ihtiyaç olduğunu belirtti. Gül, ''Hiç bir ülke, uluslararası dayanışma içine girmeden bu işten çıkamaz ama hiç bir ülke de 'Dışarıdan gelsinler, beni kurtarsınlar anlayışı içinde olamaz' diye konuştu.

Ülke içindeki dayanışmaya büyük önem verdiğini vurgulayan Gül, ''Hükümet, iş dünyası, sendikalar ve herkes büyük bir dayanışma ve işbirliği içine girmezse o zaman hep beraber kaybederiz. Böyle durumlarda kimsenin bencil davranmaya hakkı yok'' dedi.

Gül, zorluklara katlanmak gerektiğini, ortak çıkarları ön plana koymanın önemli olduğunu ifade ederek, bu dönemde ilgili kesimlerin istişare yapmasının elzem olduğunu belirtti.

IMF İLE GÖRÜŞMELER

Cumhurbaşkanı Gül, IMF ile görüşmelerin başlamasından memnuniyet duyduğunu da ifade ederek, Türkiye'nin borç ödemede sorun yaşayacağı kanaatinde olmadığını kaydetti.

Gül, IMF ile yapılacak bir anlaşmanın kısa ve orta vadede bazı konulardaki belirsizlikleri giderme açısından da yararlı olacağını söyledi.
Küresel kriz döneminde alınacak somut tedbirlerin yanı sıra psikolojik faktörlerin de önemli olduğunu vurgulayan Gül, ''Böyle bir dönemde asla panik havasına girilmemeli. Birbirimizi etkileyecek davranışlar içinde olmamalıyız'' dedi.

Türkiye'nin küresel krize bir çok ülkeye göre daha iyi ortamda girdiğini anlatan Gül, ''Ama bunu söyleyerek bir şey yapmazsak bunlar bir şeye yaramaz'' diye konuştu.

Kamu maliyesinde sağlanan disiplin, bankacılık reformu, başarılı özelleştirmeler ve AB müzakere sürecinin Türkiye'yi sağlamlaştırdığını anlatan Gül, petrol ve emtia fiyatlarının düşmesinin cari açığı olumlu etkileyeceğini, bunların da krizden avantajla çıkmanın nedenleri olabileceğini söyledi.

Gül, ihracatın düşme riskiyle karşı karşıya bulunduğunu ancak Türkiye'nin güçlenen ekonomisiyle çeşitli pazarlara yönelmesinin de avantaj olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Gül, 2001'de yaşanan krizi ve bundan alınan dersleri anımsatarak, ''Bu süreci iyi idare edersek, ilk çıkacak ülkelerden biri oluruz. Bu kadar tecrübeyi görmüş bir ülke, eğer aynı hataları tekrar yapacaksa bizi kimse affetmez'' diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Gül, el birliğiyle çalışma halinde gelecekten ümitli olduğunu dile getirdi.

AB MÜZAKERE SÜRECİ

Türkiye'nin AB üyelik sürecine de değinen Gül, müzakerelerin zor bir dönemde başladığını ifade etti. Cumhurbaşkanı Gül, müzakere sürecine AB'nin istemesine rağmen zamanında başlanmaması nedeniyle sonraki yıllarda ev ödevleri açısından zorluklar yaşandığını söyledi. Gül, ''Aslında, bizim müzakerelere başlamamız kaçıp giden trene büyük bir hamle yaparak atlamak'' dedi.

Türkiye'nin bu süreçte bir dönüşümden geçtiğini anlatan Gül, esasen Atatürk'ün gösterdiği muasır medeniyet seviyesine ulaşmanın hedeflendiğini, bunun AB ile ya da başka türlü olabileceğini ifade etti.

'BIRAKIN AB KENDİSİ İLE ÇELİŞSİN''

Gül, reform adımlarının Avrupa'dan çok Türkiye'nin işine yaradığını ve Türkiye için yapıldığını kaydetti.

Cumhurbaşkanı Gül, şöyle devam etti:
''Biz bu fasılları kendi irademizle açıp kapatabilmekteyiz. Bırakın AB, kendi ilkeleriyle çelişsin, kendi stratejik çıkarlarını küçük ayak oyunlarına teslim etsin. Bu, onların kredibilitesini, itibarını, inandırıcılığını sarsar. Bunun örnekleri de var. Biz kendi içimize bakalım. Bizim yol haritamız belli, muasır medeniyet seviyesine çıkmak...''

Cumhurbaşkanı Gül, TBMM Genel Kurulunda AB ile ilgili 30 yasa tasarısının beklediğini anımsatarak, bütçe görüşmelerinden sonra AB sürecine hız verileceğine inandığını söyledi.

Gül, AB müktesebatına uyum açısından Ticaret Kanunu'nu örnek göstererek, ''50 sene öncesinin Ticaret Kanunu ile bugünkü modern ekonomiyi yönetmek mümkün mü?'' diye sordu.

TÜSİAD BAŞKANI KOÇ'TAN 2009 UYARISI

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç, 2009'da Türkiye'nin ekonomi, siyaset ve terör alanlarında yüksek tansiyon riskiyle yüz yüze olduğunu bildirdi.

Koç, ''efsane şirketlerin, dev kurumların birer birer çöküşünün görüldüğü bir ortamda (bize bir şey olmaz) tavrında ısrar etmeyi, krizin varlığı ve yokluğu üzerine tartışma sürdürmeyi, gelişmelerin sorumluluğunu yükleyecek günah keçisi yaratma çabalarını anlamakta güçlük çektiklerini'' söyledi.

TÜSİAD'ın Yüksek İstişare Konseyi, Sheraton Otelinde toplandı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de katıldığı toplantının açılışında bir konuşma yapan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Koç, ekonomiye ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Sözlerine ''umutlarımızın kaygılarımıza baskın çıkması dileğiyle'' şeklinde başlayan Koç, 2008 yılında dünyanın önemli değişimler yaratmasını bekledikleri gelişmelere sahne olduğunu ifade etti. Koç, her ülkeyi etkisi altına alan ekonomik krizin finans ve ekonomi dünyasını yeniden şekillendirmeye hazırlandığını bildirdi.

Bir yandan Gürcistan örneğinde olduğu gibi politik gerilimlerin kolaylıkla klasik savaşlara dönüşebildiğine dikkat çeken Koç, öte yandan Hindistan örneğinde olduğu gibi siyasi mesajını iletmek için kitlesel kurbanlar peşinde koşan terörün dünyada huzurun önümüzdeki yıllarda da çok kolay sağlanamayacağını açıkça gösterdiğini kaydetti.

Koç, ''İki faktörün bir araya gelmesi, yani paylaşılacak pastanın küçülmesi ve şiddet eğiliminin artışı, küresel planda nasıl bir geleceğin bizi beklediği hususunda ciddi kaygılar uyardırıyor'' dedi.

Yaşananları kapanmakta olan bir dönemin tortuları olarak görmenin yanında açılmakta olan yeni bir dönemin tohumları olarak da görmenin mümkün olduğuna değinen Koç, şunları söyledi:

''Bizlere iyimser veya kötümser bakış açısının egemen olmasını, başta ABD olmak üzere gelişmiş dünyanın liderlerinin geleceği şekillendirmedeki gücü ve kapasitesiyle, kendi dışlarındaki güçlerle geliştirecekleri diyalog ve işbirliği belirleyecek.

Bu çerçevede bakıldığında ABD seçimlerinin sonuçlarını tüm dünyadaki siyaseti olumlu etkileyecek ve geleceğe ilişkin güçlü umutlar beslememizi sağlayacak bir gelişme olarak görmek şimdilik aşırı bir yorum olarak algılanmayacaktır sanırım. ABD'de başkanlığı net bir sonuçla kazanan Barack Obama'nın seçim kampanyası sürecinde verdiği mesajlar yeni dönemde ABD'nin yol haritası için önemli ipuçları vermiştir.''

Dünya ekonomisinin ve siyasetinin başını çeken ABD'nin küresel işbirliğine daha açık, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede nispi bir huzuru hedefleyen, anlaşmazlıklarda diyalogu ön plana çıkaran buna rağmen tehditlere karşı müteyakkız bir siyasal yapının oluşacağını vaat ettiğini de belirten Koç, ''Tabii biz bu ilk manzaraya ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaşmak durumundayız'' dedi.

Koç, tecrübelerinin, gelişmelerin ne yönde seyredeceğini, oturulan koltuklar ısınmadan, iktidar sahipleri gerçekten muktedir olmaya başlamadan görmenin mümkün olmadığını gösterdiğini ifade etti. Koç sözlerini, şöyle sürdürdü:

''TÜRKİYE YÜKSEK TANSİYON RİSKİYLE YÜZ YÜZE''

''Bu da bizi 2009'da da hayatlarımızı henüz hala 3 temel faktörün şekillendireceği gerçeğine getiriyor: Ekonomi, siyaset ve terör... Dünya için geçerli olan bu durum, Türkiye için de sonuna kadar geçerli. 2009'da Türkiye, bu üç alanda yüksek tansiyon riskiyle yüz yüzedir.''
Konuşmasında ekonomi, siyaset ve terör risklerine de değinen Koç, 11 Eylül ile birlikte şekil ve kapsam değiştiren terörün tüm dünyada yalnızca siyasal değil ekonomik ve toplumsal sonuçlar da yaratmayı hedefleyerek saldırıda bulunduğunu anlattı.

Terörün sansasyonel eylemlerle hedef kitlesinde korku ve teslimiyet yaratmaya çalıştığına işaret eden Koç, bu yolla toplumsal kesimler arasına nifak sokulduğunu, siyasetin rotasından çıkarılmaya çalışıldığını, ekonomiyi de sabote ettiğini söyledi.

Ne yazık ki Türkiye'de de terörizmin yaratmaya çalıştığı kışkırtma ortamının zaman zaman başarılı olmanın kıyısına kadar gelebildiğine şahit olunduğunu vurgulayan Koç, 2009 yılının ekonomik ve siyasal gerilim noktalarının terörizme önemli fırsatlar sağlayacağının düşünülebileceğini bildirdi.

Türkiye'nin başında bunca sıkıntı varken bir de böyle bir toplumsal çatışma ile uğraşmak zorunda kalmasının büyük bir talihsizlik olacağını belirten Koç, bu yüzden Türkiye'de yaşayan her bireyin toplumsal gerilim alanlarında tansiyonu düşürmeyi ulusal bir görev olarak görmesi gerektiğini ifade etti.

Tansiyonun düşürülmesi gereken bir başka alanın ise siyaset olduğunu vurgulayan Koç, birkaç istisnai kısa dönem dışında Türkiye'de siyasetin son 20-25 yılda ekonomik gelişimi ve toplumsal dönüşümü sağlayacak bir atılımı şekillendirmek ve yönlendirmek yerine kendi kendini tüketen bir seyir izlediğini bildirdi.

Son yıllarda siyasi tansiyonun sürekli yükseldiğine, kısır çekişmelerin arttığına, ülke gündemini hep aynı konuların işgal ettiğine herkesin şahit olduğunu belirten Koç, ''2009 yılında zamanımızı, enerjimizi ve kaynaklarımızı mümkün olan en yararlı biçimde kullanmak istiyorsak siyasi tansiyonun yükselmesine kesinlikle izin vermememiz, ülke gündeminin toplumsal hedeflerimizle uyumlu olmasına özen göstermemiz gerekiyor'' diye konuştu.

SEÇİMLERE HADDİNDEN FAZLA ANLAM YÜKLENMESİ

Önümüzdeki zor yılda siyasetin izlemesi gereken akılcı rotanın en öncelikli unsurunun yerel seçimlere haddinden fazla anlam yüklenmemesi olduğunu belirten Koç, ''Ülkeyi rejim tartışmalarına sürükleyecek tutumlardan kaçınmak esas olmalıdır'' dedi.

Siyasi çatışma ile toplumsal çatışma arasındaki ince duvarın yıkılmasına yol açacak eylem ve söylemlerden arınmış bir mücadele şeklini benimseme konusunda azami gayret sarf edilmesi gerektiğini de belirten Koç, yıllardır ağır aksak da olsa bir ilerleme kaydetmişken demokratik reformların zemin kaybetmesinin de Türkiye'yi siyasal gerilim açısından hiç istemedikleri sonuçlara sürükleyebileceğini belirtti.

Koç, Türkiye'nin demokratik reform çizgisindeki yürüyüşüne devam etmesinin, siyasal tansiyonun düşürülmesine hizmet edecek en önemli gelişmelerden biri olacağını anlattı.

TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ

Konuşmasında Türkiye-AB ilişkilerine de değinen Koç, AB'nin genişleme sürecinin ivme kazandığı noktada Türkiye'nin de hazır olması gerektiğini belirtti. Koç, küresel kriz veya yerel seçimler sebep gösterilerek AB reform sürecinin yavaşlatılmamasının büyük önem taşıdığını vurguladı.
AB'nin bir yandan reformların toplumsal mutabakat içinde kabul edilmesinin önemini vurgularken bir yandan da Avrupa'daki bazı kesimlerin Türkiye aleyhtarlığının bu mutabakatın gerçekleşmesinin önünü tıkayan tepkiler yarattığını görmezden geldiğine işaret eden Koç, bu çelişkinin giderilmesinin, müzakerelerin ucunun açık olduğu söyleminin terk edilmesiyle mümkün olduğunu bildirdi.

Yapılacakların üç aşağı beş yukarı belli olduğunu, dalgalanmalara karşı AB ve IMF gibi güçlü çıpalardan destek almanın listenin en başına yazılması gerektiğini belirten Koç, IMF anlaşmasının yaratacağı kredi olanaklarıyla döviz cinsinden yetersizliği nispeten dengeleyeceğini kaydetti. Koç, şöyle konuştu:

''AB sürecinin ivme kazanması ise güven artırıcı başka referans noktası oluşturacaktır. Bu zeminde istihdamı destekleyen ve istihdam maliyetini azaltan, üretimi destekleyen ve finansman maliyetini azaltan, piyasada likidite konusunda nispi bir rahatlama yaratan, iç talebi canlandıran, ihracatı destekleyen önlemler çok daha etkili sonuçlar üretebilecektir. Bunlara ek olarak, kriz sonrasını düşünerek ekonomide yapısal reformlara yeniden hareket kazandırmak gerekecektir.''

''GÜNAY KEÇİSİ YARATMA ÇABALARINI ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKİYORUZ''

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Koç, konuşmasının sonunda 2001 krizinden herkesin ders çıkardığını belirterek, mali sistemin ve ekonominin güçlendirildiğini, şirketlerin rekabet gücünün artırıldığını söyledi. Koç, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Ancak, efsane şirketlerin, dev kurumların birer birer çöktüğünü gördüğümüz bir ortamda (bize bir şey olmaz) tavrında ısrar etmeyi, krizin varlığı ve yokluğu üzerine tartışma sürdürmeyi, gelişmelerin sorumluluğunu yükleyecek günah keçisi yaratma çabalarını anlamakta güçlük çekiyoruz.

Tüm ülkeyi ilgilendiren böyle bir konuda bizler ekonomik ve sosyal tarafları bir araya getirip öneriler toplamanın, teknik kadrolara derinlemesine sektör analizi yaptırmanın ve kesimler arası mutabakat sağlamanın hükümetin asgari görevleri olduğunu düşünüyoruz. Hükümet bu asgari görevini layıkıyla yerine getirdiği takdirde Türk özel sektörü de tüm gücüyle çözüm üretimine katkıda bulunabilecektir.''

YALÇINDAĞ: 2009'UN İLK 2 ÇEYREĞİNDE NEGATİF BÜYÜME ÖNGÖRÜLÜYOR

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Türkiye ekonomisinin son çeyrek performansının negatif olması ve 2008 büyümesinin yüzde 1 civarında kalmasının beklendiğini, 2009 yılının ilk 2 çeyreğinde negatif büyüme öngörüldüğünü bildirdi.

Yalçındağ, TÜSİAD'ın Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısının açılışında yaptığı konuşmada, ekonominin her gün kan kaybettiğini ve bu kan kaybının bir an önce durdurulmasının şart olduğuna işaret ederek, içinde bulunulan küresel krizin istihdam ve gelir kaybı olarak kendisini göstermeye başladığını söyledi.

Türkiye ekonomisinin 2008'in 3. çeyreğinde sıfıra yakın bir büyüme gösterdiğini ifade eden Yalçındağ, son çeyrek performansının negatif olmasının ve bu yılın büyümesinin de yüzde 1 civarında kalmasının beklendiğini kaydetti.

2009 yılının ilk 2 çeyreğinde de negatif büyümenin öngörüldüğünü belirten Yalçındağ, OECD'nin 2009 yılı büyüme tahminin yüzde 1,6 seviyesinde olduğunu söyledi. Yalçındağ, 2 yıl üst üste büyümenin bu çok düşük seviyelerde kalmasının Türkiye için çok ciddi istihdam kaybı anlamını taşıyacağına dikkati çekti.

Alınan kısmi önlemlerin kamuoyuna sunumunun ekonomik aktörlere güven verme konusunda zayıf kaldığını kaydeden Yalçındağ, TÜSİAD olarak gündeme getirdikleri önerilerin bir bölümünün karşılık bulduğunu söyledi.

''... ASIL CAN ALICI MESELEYE HENÜZ EL ATILMADI''

Tüm önlemlerin IMF destekli bir kriz uyum programı çerçevesinde toparlanması ve düzenli olarak sürecin bir iştisare mekanizmasıyla izlenip, geliştirilmesi gerektiğine işaret eden Yalçındağ, bankacılık kesiminin likitide ihtiyacına ve kısmen de ihracata yönelik olarak bir dizi önlem alınmış olsa da, bugün için krizin aşılması açısından asıl can alıcıyı meseleye henüz el atılmadığını vurguladı.

''Bu da iç talebin canlandırılmasıdır'' diyen Yalçındağ, bunun için kullanılabilecek en elverişli enstrümanın ekonomik faaliyet üzerindeki yüklerin indirilmesi olduğu ve Merkez Bankasının faiz indirimi politikasının da şüphesiz iç talebin canlandırılması sürecini destekleyeceğini kaydetti.
Bu tür düzenlemelerin, ''Türkiye'yi orta vadeli enflasyon hedefinden saptıracağı, bütçe disiplinini bozacağı, IMF anlaşmasının zeminini yok edeceği'' gibi sakıncaları akla getirebileceğini kaydeden Yalçındağ, bunların yerinde kaygılar olduğunu ancak iç talebin canlandırılması amacıyla kamu gelirlerinde doğacak kayıpların, cari harcamaların ve belediyelere aktarılan kaynakların kısılmasıyla telafi edilebileceğini dile getirdi.

Yalçındağ, asıl olarak negatif büyüme gösteren bir ekonomide vergi tabanının büyük ölçüde tahrip olacağına da dikkati çekti.

''PİYASA EKONOMİSİNİN GELENEKSEL ARAÇLARI KRİZİ AŞMAKTA YETERSİZ''

Dünyanın finansal ve ekonomik çalkantıyla mücadele ettiğini, orta vadede ise enerji ve iklim krizinin kapıda beklediğini belirten Yalçındağ, tüm bu sorunların küresel sorunlar olduğunu söyledi. Dolayısıyla çözüm arayışlarının da küresel düzlemde olması gerektiğine dikkati çeken Yalçındağ, dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara daha küresel bir algı, bilinç ve sorumlulukla bakma refleksinin geliştirilmesi gerektiğini ifade etti.
Yalçındağ, Türk özel sektörü olarak sürecin daha sağlıklı ilerleyebilmesi amacıyla hükümetin işbirliği ve dayanışma anlayışıyla bir çözüm ortağı olarak yaklaşmasını beklediklerini kaydederek, şöyle devam etti:
''Karşı karşıya kaldığımız kriz sistemik nitelikli bir krizdir ve piyasa ekonomisinin geleneksel araçları krizi aşmakta yetersizdir. İşte bu nedenle hükümetin belirgin olarak koordinasyon ve işbirliği içinde ekonomik aktörlerin bekleyişlerini yönetmesi gerekiyor. Sanırız ekonomi yönetimi mevcut krizi geleneksel bir arz şoku gibi değerlendirmiş ve krize yaklaşımını da bu bağlamda kurgulamıştır. Ancak diğer ülkelerin önlem paketlerinin çeşitliliği incelendiğinde mevcut durumun çok daha yoğun bir koordinasyonu ve ortak akıl geliştirmeyi gerektirdiği gözükmektedir.
Bulunduğumuz aşama suçlama, yakınma ve tehdit de içeren yaklaşımların tolore edilebileceği bir aşama değildir. Krizin geldiği aşama ekonomi yönetiminin sadece önlem almak için değil, önlemlerin etkilerini izleyebilmek için de ekonomik aktörlerle istişare ettiği bir işbirliği modelini gerektirmektedir. Bizim eksikliğini hissettiğimiz ve hükümeti uyarmaya çalıştığımız nokta işte bu olmuştur. Çözüm kültürümüzün bir ayağı toplumla istişare ise diğer ayağı da bugünün acil sorunlarına çözüm ararken, uzun vadeli önceliklerimizden ödün vermeme olmalıdır.''

''AB İLE İLİŞKİLER"

Yalçındağ, hem kriz döneminde güvenli bir duruş sergilemek için hem de kriz sonrasını bugünden şekillendirmek için AB ile ilişkilerin yeniden canladırılması gerektiğini vurguladı.

Dünyanın stratejik olarak yeniden yapılandığı bir dönemde rekabetçi bir ekonomi olarak var olabilmenin, istihdam yaratmanın ve halkın refah düzeyini yükseltmenin AB sürecini bugünkünden çok daha fazla ciddiyetle ele almayı gerektirdiğini kaydeden Yalçındağ, bu süreçte AB'den kaynaklanan sorunların bir bahane olamayacağını söyledi.

Yalçındağ, ''Biz bu ilişkiye bir tempo, bir ciddiyet kazandırmadıkça bu ortamı istismar etmek isteyenler hep olacaktır. Oysa küresel rekabet gücü hızla artan AB standartlarına ulaşmış ve halkının 'Biz Avrupalıyız' dediği bir Türkiye'nin AB üyeliği kaçınılmaz bir tarihsel gelişmedir'' diye konuştu.

Hükümetin son dönemlerde AB müzakere sürecini gündemden düşürmesinin demokratikleşme ve ekonomik reform sürecini bir kenara itmesinin Türkiye'nin uzun dönem büyüme dinamiklerine büyük zarar verdiğini kaydeden Yalçındağ, 2008 yılının AB yılı ilan edildiğini ancak konunun yine ülke gündemi dışında tutulduğunu ve bu tutumun AB ülkelerindeki Türkiye karşıtı lobilerin ve siyasi odakların ekmeğine yağ sürdüğünü vurguladı.Yalçındağ, şunları söyledi:

''Böyle bir dönemde AB'ye katılım konusunda gerçekten istekli bir hükümetten konuya birinci derecede sahip çıkıp, yönlendirici ve etkili bir iletişim modeli benimsemesi beklenmez mi? Kabinenin zamanla yarışması, demokrasi, insan hakları ve yapısal uyum konusundaki eksikleri giderecek kapsamlı bir paket ve takvim açıklaması, hedefler koyarak toplumu hareketlendirmesi gerekmez mi? Şunu çok iyi kavramak lazım: AB üyelik sürecinin gerektirdiği reformlar aynı zamanda Türkiye'nin küresel rekabet gücünü artırmak için de gereklidir ve bu alanda atılacak her somut adım mevcut kriz ortamında zeminimizi güçlendirme işlevi görecektir.''

''TÜRKİYE HIZLA KRİZDEN ÇIKABİLECEK POTANSİYELE SAHİP''

Yalçındağ, konuşmasının sonunda Türkiye'nin tüm kurumlarıyla dikkat, hassasiyet ve işbirliği içinde krizle mücadele ederse hızla krizden çıkabilecek ve yeniden yüksek büyüme oranlarına ulaşabilecek potansiyele sahip dinamik bir ekonomi olduğunu söyledi. Yalçındağ, ''Bu zor dönemi Türk özel sektörünün girişimciliği ve yaratıcılığı sayesinde aşabiliriz. Yalnız krizi savuşturmak için değil, kriz sonrasına bugünden hazırlanmak için çaba gösterirsek, ortamın izin verdiği ilk anda tüm hızımızla yeniden ileri atılabiliriz'' dedi.