kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
24 Ekim 2008, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERGUN BABAHAN

Halka karşı olup halktan oy istemek

Sol adına hareket ettiğini savunup hem Kürtlere, hem başörtülülere karşı olan bir partinin sandıkta başarı şansı var mıdır?
Cevaplanması gereken soru budur.
Son kararlarla, Anayasa Mahkemesi ile CHP arasında tuhaf bir ittifak görüntüsü ortaya çıktı.
Meclis'in yetki alanına giren her konu CHP tarafından Anayasa Mahkemesi'ne götürülüyor ve mahkeme genelde bu talep doğrultusunda karar veriyor.
367 kararında böyle oldu.
Abdullah Gül'ün ilk tur oylamasının ardından CHP "Cumhurbaşkanı seçimi için yeterli çoğunluk 367'dir" tezine sahip çıktı.
Mahkeme aynen kabul etti.
Türban konusunda, içinde başörtüsü kelimesi bile geçmeyen, yüksek öğretimde kılık kıyafet özgürlüğünü tanımlayan bir değişikliği mahkemeye götürdü, bu da sınırlar zorlanarak kabul edildi.
Bugün gelinen noktada CHP, kendisi gibi düşünen bir grup yargıçla ittifak içinde Türkiye'yi yönetiyor açıkçası.
Bir de "Meclis'te çoğunluğa sahip parti her istediğini yapamaz" tezi var tabii.
Belki de seçimden önce CHP ile Anayasa Mahkemesi ortak bir metin hazırlayıp, seçimi kazanan partinin ne yapıp yapamayacağını kırmızı bir kitap halinde seçimi kazanan partinin liderine vermeli.
Başörtülü kızların üniversiteye girmesiyle ülkede rejimin elden gideceğine, Türkiye'nin İran olacağına insanları inandırdılar.
Şimdi Anayasa Mahkemesi'nin hukuku zorlayarak, arkasından dolanarak aldığı kararın demokrasiyi güçlendirdiğini savunuyorlar.
367 kararının da hukuki olduğunu savunmuşlardı.
Türkiye'nin temel hukuksuzluk meselelerine ilgi duymadıkları gibi, bu kararın gerçek niteliğine de duymamaları doğal tabii.
Ama gerçek ortada, karara muhalif kalan üyelerin eleştirileri durumu gayet güzel özetliyor:
"Üniversiteler kışla değildir. Ders disiplini, reşit öğrencilerin üniform bir davranış, düşünüş ve inanç modeline sokulmasının gerekçesi olamaz."
Meselenin özü budur.
Siz üniversiteleri hala öğrenim değil de eğitim kurumu olarak düşündüğünüzden, öğrencinin saçına, başına hatta düşünce biçimine müdahale hakkını kendinizde görebiliyorsunuz.
Üniversite tek bir ideolojinin bayraktarlığını yapamaz.
Üniversitede farklı ideolojiler bir arada özgürce çarpışır ve buradan bilimsel gerçek ortaya çıkar.
Ama siz bunu görmüyor, görmek istemiyorsunuz.
1950'lerde Amerika'da siyahlarla aynı otobüse binmek istemeyen ırkçılardan ne farkınız var, söyler misiniz?