kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
23 Ekim 2008, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERGUN BABAHAN

Yönetenlerin yönetilenlerle sorunu var

Türkiye'de dün yazılan köşe yazılarının önemli bölümü Kürt sorunu ve devlet içinde odaklanmış suç örgütlerinin yurttaşlarına yönelik eylemleri üzerineydi.
Bugün okuyacağınız köşe yazılarının önemli bir bölümü de üniversitede başörtüsüyle eğitim hakkının kısıtlanması üzerine olacak.
Ayhan Çarkın'ın itirafları, bir kısım kamu görevlisinin her iki sorunun da halli için şiddeti meşru bir yöntem olarak kullandığını gösteriyor.
Yani bu kamu görevlilerinin inancına göre, sorunları çözmektense, gerektiğinde şiddet kullanarak bastırmak geçerli bir yöntem.
Ama Türkiye'nin kısa tarihi bastırmanın, bir kısım insanları imha etmenin, işkenceden geçirip mahpuslarda süründürmenin çözüm olmadığını gösteriyor.
Sorun tekrar tekrar karşınıza gelip dikiliyor.
Çünkü bu ülke yıllarca iki sorunu da inkar etti.
Bu ülke, Kürtlerin yaşadığını da, muhafazakarlığın bir yaşam biçimi olarak hiçbir zaman yok olmadığını da görmezden geldi.
Kürtleri yok sayarak, anadilini inkar ederek, Kürtleri 12 Eylül'de ağır işkencelerden geçirerek terör örgütünün ekmeğine yağ sürdü.
Şimdi de başörtülü kızları yok sayıyor.
Üniversite kapısından içeri girmesine izin vermiyor.
Bu bölünme ve irtica korkusu pompasıyla yöneticilerin yurttaşların yaşam biçimine doğrudan müdahalesidir.
Terörden, şiddetten bağımsız bir saptamadır bu.
Elbette terörün hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Ancak bir ülkenin yöneticilerinin de yönetilenlerle bu kadar ters düşmesinin, yönetilenleri yok saymasının da bir gerekçesi olamaz.
12 saatlik Kürtçe televizyonu büyük bir reform gibi sunup bir türlü gerçekleştiremezseniz, Kürtlerin dilini kullanmasına saygı göstermezseniz, başörtülü kızı eğitim gibi en temel haktan yoksun bırakma hakkını kendinizde görürseniz, o ülkede huzuru kolay kolay sağlayamazsınız.
Bunun en temel yolu yeni bir anayasa yapımından ve devletle toplum arasındaki sözleşmeyi çağdaş demokrasilere uygun biçimde sıfırdan yazmaktan geçiyordu.
Anayasa Mahkemesi'nin gerek türban, gerekse kapatma davası kararları bu yolu tamamen kapattı.
Bu kararlar, "Türkiye'de bir anayasa yazılacaksa bunu Anayasa Mahkemesi yazar" anlamına geliyor.
Kısaca Türkiye bir yönetim çıkmazında.
Sorunlar ortada duruyor, çözüm yolu biraz sağduyuyla görülebiliyor ama sistem kilitlendiği için bu sorunları çözecek adımlar atılamıyor.
Yönetilenlerin dertlerini çözemeyen bir ülkede demokrasinin sağlıklı işlemesi mümkün değil.
Böyle bir toplum sürekli gerilim içinde yaşayacaktır.
Üstelik siyaset mekanizmasının önemli bir bölümü sorunları çözmekten çok yok saymaya odaklanmışsa ve çözüm yolunda engel olanlarla fiili işbirliği içindeyse, iş daha da zorlaşmış demektir.