kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
14 Ekim 2008, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
EMRE AKÖZ

Unutma: Mutlak güç mutlaka yozlaştırır

Bir değişiklik olmazsa, ilki 9 Ekim günü yapılan ve kısaca 'Terör Zirvesi' diye adlandırılan toplantıya bugün devam edilecek.
Başbakan Erdoğan başkanlığındaki ilk toplantı 6 saat sürmesine rağmen kesin bir sonuç alınamamıştı.
Bunun bir sebebi, askeriyenin talep ettiği yeni yetkilere, sivil siyasetçilerin sıcak bakmamasıydı.
Bakalım bugün ne olacak? Sivil siyasetçiler, askere boyun eğecek mi, eğmeyecek mi?
"Sivil siyasetçiler" tabirini kullanmama, "Siyasetçi zaten sivil değil midir" diye itiraz edenler çıkacaktır.
Türkiye'de değildir! Bizde siyasetçiler, 'seçilmişler' ve 'atanmışlar' diye ikiye ayrılır. İkincilere 'apoletli siyasetçiler' de diyebiliriz.
İtirazı olanlara meşhur 'Darbe Günlükleri'ndeki şu cümleyi hatırlatırım:
"2 Eylül 2003: Anlaşılan bundan sonra bahriye işlerine daha az zaman ayırıp siyasi gelişmeleri takip etmek zorundayız."
Aktütün saldırısının ardından askerler "Daha fazla yetki istiyoruz" dedi. Talepleri OHAL dönemini hatırlattı. 1990'larda "Olağanüstü Hal Bölgesi" ilan edilen yerlerde, "PKK ile mücadele etme" adına, başına buyruk uygulamalar yapılmıştı.
Şimdi benzeri yetkiler tekrar talep ediliyor. Bu talepler öyle aşırı ki savcılara hatta yargıçlara ait kimi yetkilerin, askere ve jandarmaya da tanınması isteniyor.
"Peki, siyaset bunun neresinde" diye sorarsanız, öncelikli cevap karmaşık değil:
Bu yetkileri istemek, "Ben daha önce neler yaptımsa, aynısını yapmaya devam edeceğim" anlamına geliyor.
Halbuki 24 yıl boyunca yaptıklarıyla tatminkar bir sonuç alamadıkları; yani PKK'yı sindiremedikleri ortada.
Demek ki örgütü çaptan düşürmek, mesela yeni militan katılımlarını engellemek için başka politikalar izlemek gerekiyor.
OHAL tipi yetkilerin ise örgütle doğrudan bir alakası bulunmuyor. Yani örgüte darbe vurmuyor. Tam tersi oluyor:
Bu yetkiler, bölge halkını cendereye almaya yarıyor. Asker ve jandarma tarafından fena halde itilip kakılan gençler, soluğu dağda alıyor.
Yakalanan militanlar hep benzer ifadeleri veriyorlar: "Bir gün jandarma dipçiğiyle vurdu. Asker babamı dövdü." (Daha bunun yakılan köyleri, yedirilen dışkıları, gözaltında ölümleri var!)
Apoletli siyasetçilerin aksine, sivil siyasetçiler işte bütün bunları düşünmek zorunda. "OHAL yetkileri" bir işe yarasa, gönülsüz de olsa "peki" diyecekler belki.
Ama 24 yılın ardından, bunca deneyimden sonra, o yetkilerin bir işe yaramadığını apaçık görüyorlar.
Soracaksınız: "Bir işe yaramıyorsa, o yetkiler niye isteniyor?"
İşte asıl "büyük siyaset" o noktada.
Apoletli siyasetçiler ülke yönetimini sivillere terk etmeye yanaşmıyor. Hep söz sahibi olmak, olup bitene karışmak istiyorlar.
Tabii karışabilmeleri için de gerginlik olması, sorunlar çıkması şart. Çünkü meslekleri gereği ellerinde çekiç var ve bu çekicin işlerine yaraması için çakılacak çiviler bularak, başlarına başlarına vurmaları gerekiyor.
Kimi üst düzey Emniyetçilerin bilgisayarlarında, İngiliz tarihçi Lord Acton'ın ünlü sözü dönüyor: "Güç (iktidar) yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır."
Acaba aynı ekran koruyucudan herhangi bir apoletli siyasetçimizde de var mıdır?