kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 23 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Safiye Ayla, Atatürk'ün çok sevdiği sanatçılardan biriydi.

TSM tarihinde seçkin olanla popüler olan hep bir arada yaşadı

Serkan DELİCE
Son dönemde Türk Sanat Müziği'ne yeni bir ilgi doğdu. Özellikle gençler televizyonlardaki ses yarışmalarına, eğlence hayatının vazgeçilmezi haline gelen fasıllara veya bazı klasik koroların düzenlediği daha ciddi düzeydeki konserlere daha fazla ilgi gösteriyor. Müzik icrası bakımından da alanın dışından gelen bazı pop/rock müziği yorumcuları sanat müziği repertuarına eğiliyor; geleneksel makam, ritim ve sazlardan yararlanmaya çalışıyor. Türkiye'de popüler müziğin fazlasıyla kısır bir noktaya gelmiş olması, neredeyse bütün şarkıların birbirini tekrar etmesi, ticari kaygıların seri üretimi kaçınılmaz hale getirmesi, kulağı melodi ve anlamlı söz arayan dinleyici için sanat müziğini çekici hale getiriyor. Oysa bugün halk ve popüler icracılar arasında 'Türk Sanat Müziği' olarak bilinen müziğin ismi bile tartışmalıdır. Klasik korolara veya TRT'ye mensup bazı sanatçılar bazen alayla "Bu Türk Sanat Müziği dedikleri de ne Türk, ne sanat, ne de müzik!" deyip piyasada icra edilen müziği eleştirirler. Bu kadar abartmasak da bugün ilgi odağı haline gelen Türk Sanat Müziği'nin, kökleri 13.-14. yüzyıllara dayanan büyük bir geleneğin epey basitleştirilmiş bir kalıntısı olduğunu söyleyebiliriz. Bu müzik özellikle 17., 18. ve 19. yüzyıllarda doruk noktasına erişmiş; saray, mehterhane ve mevlevihanelerde gittikçe gelişip Itri, Dede Efendi, Zaharya, Sadullah Ağa, Şakir Ağa, Tanburi Ali Efendi, Hacı Arif Bey gibi dâhi bestecileri yetiştirmiştir. 1825-1897 yılları arasında yaşayan, eserleri geleneği en sofistike noktaya taşıyan Zekai Dede ise Türk müziğinin 'son klasiği'dir. Mehterhane'nin kaldırılması, sarayın ilgisinin daha ziyade Batı müziğine yönelmesi, ardından Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılması, dönemin siyasi, ideolojik politikaları sonucu Türk müziğinin bir süre yasaklanması gibi süreçler, bu geleneği ve bütün bir zevk sistemini tamamen tahrip etmedi, ama ciddi biçimde dönüştürdü! Yine de 20. yüzyılın ilk yarısında Sadettin Kaynak, Yesari Asım gibi besteciler, Münir Nurettin, Safiye Ayla, Sabite Tur Gülerman gibi icracılar geleneğe sahip çıkıp onu geleceğe aktarırken, bir taraftan da modernleşmeye ayak uydurup geniş kitlelere hitap edebildiler. Kimi sanatçıların seviyeli bir modernleşme ile 1960'lara kadar taşıyabildikleri bu müzik, yaşanan kentleşme, sanayileşme, sınıfsal dönüşüm, değişen tüketim alışkanlıkları, kitle kültürü ve arabesk müziğin etkileriyle beraber iki koldan yaşamaya devam etti. Bir taraftan radyo, üniversite koroları ve 70'lerden itibaren konservatuarda varlığını sürdüren, Türk müziğinin klasik esaslarından taviz vermeyen bir icra; hem dünyada hem Türkiye'de müzikologların büyük bir saygıyla önlerinde eğildikleri Alaeddin Yavaşca, Bekir Sıdkı Sezgin, Kani Karaca, Meral Uğurlu, Niyazi Sayın gibi değerli isimlerin omuzlarında yükseldi. Bir taraftan da Müzeyyen Senar ve onu takip eden Zeki Müren gibi icracıların gazinolarda yarattıkları yeni kültür; klasik üsluptan uzak teatral, ağdalı icrası, abartılı tavrı ve 'hafif' repertuarıyla kimilerine göre büyük bir yozlaşmayı başlattı. Her iki isim de bu işin 'klasik' tarafını şüphesiz çok iyi biliyorlardı. Dolayısıyla onlar Türk müziğinde bir yozlaşmanın değil, geleneğe yaslanan yeni bir dönüşümün temsilcileri olarak düşünülebilir. Oysa onları takip eden, fakat bu işi onlar kadar iyi bilmeyen, sanat müziğiyle beraber ticari kaygılarla başka tür müziklere de yönelen bir kısım isim, icrada büyük bir dejenerasyonun önünü açtı. Bestecilik alanında da maalesef birbirini tekrar eden hafif şarkılar üretildi. Zaman içinde TRT'de de gittikçe yaygınlaşan bu müzik 1980'lerin sonlarına kadar geldi. Bugün yeniden ilgi görmeye başlayan Türk Sanat Müziği de büyük ölçüde bu şekilde oluştu. Ancak hatırlatmak isterim ki, Türk Sanat Müziği'nin tarihinde seçkin olanla popüler olan her zaman bir arada yaşamıştır. Önemli olan zevklerin zaman içinde olgunlaşmasını sağlamak, ilgiyi sadece popüler olana değil klasik olana da yöneltmeyi bilmektir. Ayrıca Türk müziği icrası son dönemde Münip Utandı, Doğan Dikmen, Gönül Paçacı, Reha Sağbaş gibi değerli sanatçılar sayesine yeniden yükselişe geçmiş; başta Göksel Baktagir olmak üzere çok sayıda saz sanatçısının çabasıyla saz müziğinin üretimi ve icrasında tarihsel bir gelişme yaşanmıştır. İnternet sayesinde örgütlenen çok sayıda topluluk, nota ve icra kayıtlarının yayımlandığı web siteleri, gittikçe daha çok ilgi gören konserler, son derece güç klasik eserleri icra eden amatör üniversite koroları, sayısı gittikçe artan albüm ve kitaplar; en başta bahsettiğimiz ilginin kitle kültürünün ötesinde de anlamları olduğunu gösteriyor. Sonuç itibariyle zamanında bir özel toplantı esnasında Alaeddin Yavaşca'dan Lem'i Atlı'nın Bu İmtidad-ı Cevre Kim Bahtın Şitabı Var şarkısını siyasi sebeplerle de olsa isteyebilecek kadar Türk müziğine hakim olan Adnan Menderes'in ve eseri hemen ezberinden okuyabilecek kadar bu işi iyi bilen Yavaşca'nın yerinde yeller esse de, bugün başbakanımızın Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda'yı söylüyor olması ve ona -siyasi görüş farklılıklarımızın ötesindeeşlik edebileceklerin sayısının artıyor olması da kendi başına sevindirici bir durum olsa gerek...

* Serkan Delice Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümü doktora öğrencisi. Müzik çalışmalarına icra ve araştırma yönlü olarak Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü'nde başladı.