kapat
07.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Mektep ve ilkokul yıllarından bugüne

HÜSREV ÖZEL

Köyde her kış açılan cami bitişiğindeki Mektebe köylü tarafından sarıklı bir Hoca tutulur, yetişmekte olan genç ve çocuklara Dini bilgiler ve Kuran kursu verilirdi. Burada, "Korku cennetten çıkmadır" özdeyişi geçerli olduğundan, adama siyahı beyaz, soğuğu sıcak, elifi mertek diye kabul ettirmek mümkün olabilirdi. Sopanın ne olduğunu önceleri de bilirdik, lakin falakayı ilk orada görüp, onun şerrinden emin olmak için, elif-amme ve derken Kuran'ı söküp, Yasin'e kadar ulaşarak, bu eski metinlerin sadece bir okuru olabilmiştik. Buna ek olarak, ölümden sonra kabirde bile sorulacağı söylenen bu mühim sorular, aynı zamanda kim olduğumuza dairdiler. Rabbin kim? Nebin kim? Kimin ümmetinden, kimin milletinden, kimin zürriyetindensin? Bu soruların cevaplarını ise ; Allah, H.z. Muhammed, Halil İbrahim ve Hz. Adem isimleri olurdu.

Bu mektepler eski zamanlardan beri mevcut iken, Cumhuriyetle birlikte kurulan yeni okullar açılmıştı. Bu okullarda eğitim-öğretim harf inkılabıyla kabul edilen yeni harflerle yapılıyordu. Bu yeni harflere Latin harfleri deniyordu. Sonraları bu alfabenin esasen "Öntürk yazısı"ndan alınmış olduğunu kanıtlarıyla gösterenler çıkacak olsa da, halen bunlara gavur harfleri, diyenler daha çoktu. Menşe hangisi olursa olsun, çoğu dünyada yaygınlık kazanmış olan bu alfabeyi biz de öğrenmiştik. Alfabe ve yazı türü nihayet mevcut bilgilerin dile getirilmesine yarayan vasıtalar değiller miydi. Hangi yazı türüyle yazılırsa yazılsın hakikatler her halde değişmezdi. Fakat bir husus vardı ki, bu iki mektep ve yazı türü arasında görülen önemli bir çelişkiydi. Çünkü eski Mektep ulus olarak bizi Arap veya İsrail oğulları sülalesinden sayarken, yeni Okullar, aslen nevi şahsına münhasır, kadim ve büyük bir millet olan Türk ulusunun yaşayan boyları olduğumuzu öğretiyordu. Oğuz Kağan, Bilge Kağan, Atatürk, Atila gibi dünyaca ünlü Türk komutan ve şahsiyetleri ile Farabi, İbni Sina, Ali Şirnavai, Uluğbey, Mevlana, Yunus Emre gibi şahsiyetlerden örnekler veriliyordu. Peki bu durumda, bir Türk genci bunların hangisini doğru diye kabul etmeliydi? Bu düzeni böyle çelişik halde bırakanlar, ola ki yeni yetişen nesilleri bu denli ince düşününebilir sanmıyorlardı. Ya da kasten böyle yapmışlardı. Yoksa güçleri bu kadarına mı yetiyordu? Tanrım, ne karışık bir durum. Bizim kendi kendimiz olma hakkımız yokmudur. Mecburmuyuz ya Amerikancı ya Arapcı veya Avrupacı olmaya? Biz yokmuyduk onlar varken yoksa dünya yüzünde? Onlar bilmiyor mu bu cihangir, kadim milletin nelere kadir olduğunu? Asyanın doğusundan başlayıp, Avrupa ortalarına kadar yüzlerce yıl at koşturan biz değilmiydik? Çine Çin seddini yaptırtan biz değildik de, salt turist çekmek için onlar gönlüyle mi yapmıştılar onu yoksa? Çanakkaleyi geçilmez kılan, Atayurt Anadoluyu düşmandan süpüren biz değilmiydik? Büyük dediğimiz yaşlılar, küçük hesaplar uğruna, neden onu bunu oynatır dururlar milletin kaderiyle, diliyle, diniyle, tarihi ve kültürüyle yıllardır?

Bu sorular yeni değil, yüz yıllardık birikmiş sorulardı Türklüğün dimağında. Bazılarını Atatürk sormuş ve cevaplar vermişti kendince. Bazılarını Türk gençliğine tevdi etmişti gelecekte yapması için. Atanın dediklerini öğretmemek mümkün değil, öğretirler ama, yaptıklarına bakınca ilgisi yok onun dedikleriyle. Bir O'nunTürk Gençliğine yaptığı hitaba bakın, bir de şimdiki olan bitene. Ya Atanın kast ettiği gençlik Türkçe anlamaktan aciz veya artık Türk bile değil; aslını unutmuş, Amerikancı ve Arapçı ikilemi arasında kalmış biçare. Atatürk muasır Batı uygarlığını geçilmesi gereken hedef, sayarken, koşmaktan aciz, statik beyinler bunu onların tarafına geçme, şeklinde anlayarak, en arka kuyruktan Avrupa'ya üye olmak için tutmuş imza atmışlar Romada bir anlaşmaya. Bu gülünç duruma bir de kılıf uydurmuş, buna kim karşı çıkarsa gerici imiş gibi damgalıyor, ayıplıyorlar kendi ayıplarını görmekten aciz. Şunlarda ki çelişkiye bir bakın; bir yandan (Bazı Müttefiklerimiz Türkiye'deki terörü desteklediler ve halen de destekleyenler var) derken, hala Müttefik kelimesini kullanıyorlar. Müttefikleri düşman olan başka bir ülke, başka bir ittifak üyesi hiç duyulmuş, görülmüş iş midir böyle alenen? Onlar dediğimizi açıkça söyleyelim de, bizi okuyanlar da onlar gibi sanmasınlar. Onlar; bu ülkedeki önde gelen bütün Medya organları ve siyasi iktidar ortaklarıdır. Bu millete bile bile lades yaptırıyorlar aleyhine oynanan oyunları. Amaç bellidir; Türkiyeyi bir sömürge devleti yapmak ve iliğine kadar sömürüp, yok etmek. Peki ama bu aleyhte oynana gelen oyunları kim görüp, engel olacak bu ülkede? Atatürk bu ülkeyi kimlere emanet etti? Ülkeyi korumak sadece sınırlarını korumak demek midir? Dışardaki menfaatlerini kim koruyacak? Atatürk bu görevi bazı siyasi partiler ile onları iktidara getiren gazeteci, televizyonculara mı verdi yoksa? Yoksa ilkokul, ortaokul ve liseli çocuklara mı? Çünkü en iyi, en temiz Atatürkçülüğü onlar bilirler malum. Bu sorular, mevcut ve görünür sorunlar dolayısıyla meşru olup, hal çaresi bulununcaya kadar da sorulacaktır



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır