ÖZER ELTUGAY
Bundan uzun zaman önce William Shakespeare, "dünya bir tiyatro
sahnesidir" demişti. Shakespeare için teatral bir içeriğe sahip olan yaşamda bizler sahneyi paylaşan oyunculardık. Ancak Shakespeare'den bu yana sahnemiz değişmemesine karşın oynadığımız oyunda 'bireyler' olarak varlık alanlarımız gitgide azalmaya başladı. Shakespeare döneminde varolmak bir anlamda üretmekle eşdeğerken, günümüzde varolmanın temel koşulu durmadan daha fazla tüketmek şeklinde algılanır oldu. Kısacası hayat Shakespeare'den bu yana çok değişti. Örneğin daha refah içinde bir dünya talebiyle biçimlenen teknoloji, galiba bizleri kendine mahkum ederek, bizi birbirimizden uzaklaştırmaya başladı. Aslında bu kaçınılmaz bir süreçti ve bu süreç daha çok bizim teknolojiyi yorumlama biçimimizle ilgili olarak yaşandı. Yani
eskilerin deyişiyle müsebbibi teknoloji değil, bizlerdik. Yeteneklerimizin ve başarılarımızın yüzyıllar süren macerası bizleri o kadar çok değiştirdi ki, sonuçta giderek başarılarımızın kurban! ı ! olmaya başladık. Evet, hayat hâla yeryüzü sahnesinde oynanan bir oyun, ancak bu oyunda bizler Shakespeare'in dediği gibi, eskisi kadar hayatlarımızın başrol oyuncusu değiliz. Artık teknolojik, sosyal, kültürel, ideolojik ve ekonomik veriler, insanlara karmaşık ve çözümlenmesi gereken bambaşka bir dünya sunuyor.
Dünya o kadar hızlı bir başkalaşım süreci içinde ki, içinde bulunduğumuz dönem bile birden fazla sıfatla anılmakta. Öyle ki; kimilerine göre enformasyon, kimilerine göre postmodern, kimilerine göreyse kitle iletişim çağında bulunuyoruz. Ancak vurgu hangisine yapılırsa yapılsın, bütün tartışmaların temelini teknoloji dolayımlı KİA'nın (bundan sonra KİA olarak anılacaktır) toplumsal yaşam üzerinde artan etkisi ve bunun olası sonuçları oluşturmakta. Aşağıdaki metin de genel olarak KİA'nın konumunu ve işlevlerini kısaca gözden geçirdikten sonra, yaşamımıza hızla giren internetin bir KİA
olup olmadığını tartışarak, yabancılaşma kavramından yola çıkarak, elektronik ortamda! ki! kitlesel etkileşimin birey-birey ve birey-toplum ilişkilerini ne şekillerde belirleyebileceği hakkında bazı soru işaretleri oluşturmayı amaçlamaktadır.
Bu metin, içeriği bağlamında tartışılır olma özelliğiyle, 'çoğaltılmaya' son derece elverişlidir. Çünkü toplumsal yaşama yeni giren bir olgu olarak internet aslında çok geniş bir kapsama sahiptir. İnternet yalnızca
bilgi paylaşımı demek değil, küresel dünyanın büyük oranda temsil edildiği öyle bir platformdur ki, artık kendine özgü terminolojisi, kuralları ve araçlarıyla insan zihnindeki sınırlara bile meydan okumaktadır.
Gündelik yaşamımıza soktuğu pek çok yenilikle birlikte, genel olarak bir iletişim biçimi olan interneti anlamak için bir anlamda öncülleri olan KİA'yla ilgili değerlendirmeleri gözden geçirmek, aradaki benzerlik ve ayrımları kısaca bulgulamak gerekmektedir. Çünkü geleneksel KİA hakkındaki görüş ve düşüncelerden referans almak, sosyal bir olgu olarak interneti anlamamızı kolaylaştıracaktır.
Kitle iletişiminden sözetmek için öncelikle internetle doğrudan ilişkili bir kavram olan iletişim kavramına kısaca değinmek gerekmektedir. İletişim, gerek sözcük düzeyinde gerekse kavramsal düzeyde doğrudan, yani yüzyüze, veya bazı dolayımlarla bütün enformasyon akışını ifade etmekte kullanılan çok geniş bir açılıma sahiptir. Yapılan bir araştırma sonucunda 4560 çeşit kullanımı saptanmış (Zıllıoğlu, 1996: 4), olan iletişim kavramının geçerliliği, anlamlı kodlar içeren iletinin yerine, ulaşmasına ve buna bağlı
olarak da ileti kaynağının bir şekilde hedefin tepkileriyle etkileşmesine bağlıdır ve bu bağımlılık ilişkisi belirli yöntem, teknik ve
mekanizmaları içerir. Dolayısıyla, iletişim bir "yayımlama eylemi" (Şenyapılı,
1981:39), olduğu kadar aynı zamanda "alma ve tepki göstermeyi de (reaksiyonu) kapsar." (Şenyapılı, 1981: 40)
Kitle iletişiminin diğer iletişim biçimlerinden ayırıcı özellikleri genel olarak şu şekilde sıralandırılabilir: Öncelikle kamusaldır ve kurumsallığı gerektirir. Ancak burada kurumsallık, 'kamu yararına' olduğu varsayılan belli ilke ve politikaların oluşturulması ve uygulanması etkinliklerini de içermektedir. Bundan başka KİA tarafından yayılan kültürel ürünler halkın çoğunluğu tarafından kolayca elde edilebilir. Bütün bu özellikleriyle birlikte kitle iletişimi, tek bir kaynaktan çok sayıda tüketiciye yönlendirilmiş sürekli bir bilgi akışını ifade etmektedir.
İnternetin ne tür bir kitle iletişimi gerçekleştirdiği de önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. KİA genel olarak görsel, işitsel ve görsel-işitsel olmak üzere üç ana grupta sınıflandırılmaktadır. Tüketiciler açısından baktığımızda KİA ve internet arasında önemli bir farklılık mevcuttur. Her bir KİA'nın olanakları çerçevesinde belli sınırlılıkları vardır ve tüketiciler de bu sınırları gözetmek zorundadır. Örneğin, işitsel bir aygıt olarak radyo, dinleyicisine yalnızca işitsel olanakların elverdiği ölçüde enformasyon akışını gerçekleştirebilir. Ancak internet bütün bu kategorilerden daha fazlasını yapısında barındırdığına göre, şu ana kadar geliştirilmiş KİA tanımlarının dışında bir yer almalıdır. İnternet her ne kadar kurumsal ve kamusal içeriğiyle KİA'na benzer bir yapıya sahip olsa
da, hem radyo, hem televizyon, hem film izleme aygıtı, hem de yazılı basın işlevlerini bir arada barındırdığı gibi, bunların da ötesinde elektronik posta ve sohbet olanaklarına da sahipti! r.!
Dolayısıyla internetten sözederken, onun bir KİA değil, daha çok bir kitle etkileşim aracı olduğunu düşünmek daha doğru olacaktır. Çünkü internetin en belirleyici özelliklerinden biri enformatik akışın kullanıcılar tarafından yönlendirilebilmesidir. Diğer bir deyişle kullanıcılar, enformasyonla etkileşme olanağına sahiptir.
Şimdi yukarıdaki açıklamalar ışığında İnternet nedir sorusunu yanıtlayalım. Herhalde bu soruya verilebilecek en genel yanıt internetin bir bilgi paylaşım ağı olduğudur. Bu ağda, bilgisayar ortamına aktarılan her türlü veri, hemen herkes tarafından kullanılabilmekte ve kullanıcılar sınırsız bir enformatik olanağa kavuşmaktadır.
Aslında bilgi paylaşımı veya tüketiminin internet gibi bir ortam sayesinde kolayca gerçekleşebilmesi yeni bir siyasal ve sosyal ütopyanın da oluşmasına olanak tanımıştır. Gerçekten de internet insanlık adına son derece heyecan verici bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İçinde bulunduğumuz şu süreçte her ne kadar kapsamını ve sınırlarını çok somut olarak bilemesek de, bilginin kullanımı ve paylaşımındaki eşitlikçilik, toplumsal kaosları ve toplumlararası kültürel, ideolojik, ekonomik, sosyal ve siyasal
uçurumları bir tür küresellik miti içinde eritebilecek argümanı insanlığın hizmetine sunmaktadır. Ancak bütün yeryüzü kültürlerinin ortak bir sanal coğrafyası olarak internet, kültürel içeriklerin buluştuğu bir alan olarak, acaba kendi özgün kültürünü belirginleştirebilecek midir? Yoksa bu çaplı bir küresel buluşma, her bir kültürel bütünlüğün özgünlüğünü korumasını giderek daha da güçleştiren bir etkinlik alanı olarak bir takım riskleri mi barındıracaktır?
İnsan coğrafyası ! il! e sanal coğrafya, gerçekte ne tür bir ilişki içinde olmalı ve bu ilişkinin doğası ne şekillerde tezahür etmelidir? Herhalde internetin sosyal boyutundan ve yabancılaşmadan sözederken üzerinde en çok durulması gereken sorular bunlar olmalıdır.
Gerek KİA, gerekse internet hakkında düşünürken zaman ve zamanın
kullanım biçimleri önemli bir ölçüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü zaman, "toplumsal gelişmenin belli bir basamağından itibaren olayların akışıiçindeki yerlerini tayin edebilmek için insanların öğrenmek zorunda oldukları bir araç" olarak, (Elias, 2000: 35) önemli bir kültürel ve doğal koşullanmadır. Zaman üzerine yapılan tartışmalar genelde iki görüş etrafında odaklanır: Bunlardan birincisi "zamanın doğal fiziksel dünyanın nesnel bir öğesi olduğunu savunurken, karşıt görüş de, zamanın olayları birlikte görme biçimi olduğunu" (Elias, 2000: 16) ileri sürer. Burada bizim için önemli olan nokta ise, her iki görüşün de "zamanın bir doğa verisini temsil etmekteolduğunu" (Elias, 2000: 17) ön koşul olarak kabul etmesidir. Zaman, doğaya, ve doğal olana içkin bir kavram olduğuna göre, zamanı bilme ve zamana kayıt düşme gereksinimi, "silsile içinde birbirinin ardından gelen durumların ve süreçlerin, birbirleriyle d! oğ! rudan karşılaştırılmalarının mümkün"
(Elias, 2000: 22) olmamasından kaynaklanmaktadır.
İnternetin kanımca en belirleyici özelliği, modern insanın zaman kavrayışına belli noktalarda hitap etmemesidir. Yukarıdaki bağlam uyarınca, tarihselliğin bir ilk koşulu olarak zamanı, hayatın soyut bölümlenmesi şeklinde tanımlayabiliriz. Modern zaman algısı bireyin ve toplumların organizasyonu ile, farklı zaman dilimleri arasında karşılaştırma ve değerlendirme olanağı sağlamaktadır. Bu haliyle aslında bir soyutlama olan zaman, tarihsel ve yaşamsal neden sonuç ilişkileri geliştirilmesinde son derece somut bir işlevi yerine getirir. Zaman kavramıyla anlam kazanan geçmiş, şimdi ve gelecek ayrımı da tarihselliğin belirleyici unsurlarıdır.
Zaman kavramının yaşama ilişkin bir önemli etkisi de sınırlılık duygusunu meşrulaştırmasıdır. Yani her bir eylem veya etkinlik, kültürel bir gereklilik olarak kendine ayrılmış olan 'ideal zamanı' içinde gerçekleştirilebilir. Zaman, insandaki ritm algısıyla da ilişkilidir. Örneğin, günün belli saatinde yemek yiyip, belli saatinde uyuduğumuz
gib! i,! daha geniş bir perspektifte de, yaşam boyunca belli bir ritm veya tarihsel dönüm noktaları mevcuttur. Buna bağlı olarak eğitime başlama yaşı, evlenme yaşı, askere gitme yaşı gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Bir internet kullanıcısı için ise, bu anlamda bir doğal, 'ideal zaman'dan söz edilemez.
Çünkü internetin önemli bir özelliği, her bir veriyi zamandan bağımsız olarak kullanıcıya iletmesidir. Diğer bir deyişle internet kullanım sırasında kullanıcı bir anlamda tarihselliğinden arınır. Kullanıcı gündelik yaşamındaki zamana ilişkin sınırlılıklarından bağımsızlaşmıştır. Artık geçmiş ve gelecek kavramları, internet kullanımı sırasında pek anlam taşımaz. Bunun bir nedeni, internetin zaman ve mekan farklılıklarını önemsizleştiren bir elektronik bilgi ağı olarak, istenen her yerden
ve her zaman erişime olanak tanımasıyken, diğer bir nedeni de internetteki veri akışının sürekliliği ve bu sürekliliğin belli bir periyoda sahip olmamasıdır. Bu noktada internet ile kitle iletişim araçları arasındaki ayrım belirginleşmektedir: Kitle iletişim araçlarının temel
özelliklerinden biri zamana bağımlı olmalarıdır, yani belli periyotlarla enformatik
akışı gerçekleştirirler. Gazeteler günlük veya haftalıktır, radyolar ve televizyonlar yayın akışları uyarınca belli formatlı yapımları belli gün ve saatte yayınlamak zorundadırlar. Bu durum aynı zamanda kitlesel iletişimin bir temel koşuludur. Her bir KİA, tüketici hedefine neyi nerede ve ne zaman bulabileceğini yapısı ve işleyişi gereği bildirmek zorundadır.
Görülüyor ki, yaşamı organize eden ve güdüleyen bir kavram olarak zamana atfedilen değerin içeriği, internet kullanımı sırasında önemini yitirmektedir. Dolayısıyla internet kullanımının kültürel bir koşullanmışlık olarak zamanın kullanımı açısından bireyi yabancılaştırıcı bir özelliğe sahip olduğu ileri sürülebilir.
KİA'na yönelik araştırmalar yapan önemli düşünürlerden biri olan Baudrillard, yukarıda yalnızca internete özgü olarak düşündüğümüz zaman algısına bağlı yabancılaşma etkisinin, kitle iletişim araçlarının bütünü için geçerli olduğunu söylemektedir. Baudrillard, kitle iletişim araçlarının yaydığı enformasyon için "kavramları kendi kritik referans
bölgesinden koparmaya yaramakta, olayları periferideki bir boşluğa atıp, orada
dijital biçimde işlenmesini ve bilgisayarlar, devreler ve networkler içinde
dolaşıp durmasını sağlayarak zamanı da yok etmektedir" demektedir. (Horrocs,
2000: 10) Tabii, yinelemekte fayda var ki, burada "yok olan zaman" ifadesi aslında
bizim kültürel zaman algımıza işaret etmektedir.
Çalışmanın başından beri 'yabancılaşma' terimini, sıkça kullanmamıza karşın, sözcüğe tarihsel süreç içinde yüklenen anlamlara hiç değinmedik. Şimdi, yabancılaşmayı bir an için konumuzdan bağımsız olarak değerlendirelim ve bu kavrama yüklenen anlamları kısaca gözden geçirelim. Böylece bağlam içinde, internete dair vurgumuzu biraz daha belirginleştirme olanağına kavuşacağız.
Yabancılaşma konusunu kapsamlı olarak ilk kez ele alan düşünürlerden biri olan Hegel'e göre yabancılaşma (Tolan, 1981: 76), "bütün'ün bir gelişim süreci içinde somut bir tarzda belirlenmesinde zorunlu olan ve genel anlamda tüm yaşam hareketine biçim veren bir uğrak(moment)tır." (Kızıltan, 1986:12) Hegel insani etkinliklerin, insanın yaşadığı çevre ve içinde bulunduğu koşullar arasında varolan uyumsuzluğu yabancılaşmanın temel gerekçesi olarak değerlendirmektedir. Yabancılaşma yaşam döngüsü içinde, toplumsal
olanla bireysel olan arasındaki denge kurma uğraşı olarak Hegel'e göre kaçınılmazdır.
Hegel insanın varlık yapısının özünü kendisinden uzaklaşarak kavrayabileceğini söylerken, Marx bu ifadeyi birazcık daha genişleterek, "insanın özünün gerçek temeli herbireyin, her kuşağın kendinden önce bulduğu üretim güçlerinin, sermayelerinin ve sosyal ilişki formlarının toplamıdır" (Kızıltan, 1986: 32-33) demektedir. "Marx'a göre insanlık tarihi, insan varlığının giderek gelişmesi, ama aynı zamanda giderek yabancılaşması anlamına gelmektedir." (Tolan, 1981: 142)
Toplumsal ilerleme aşamaları gerçekleştikçe ilkel toplum yapısında yaşamını idame ettirmek için her türlü materyale kendi olanakları çerçevesinde sahip olan insan, bu özelliğini yitirerek "başkalarının oluşturduğu uzmanlaşmış topluluklara katılır ve adeta üretimin bir aracı olur." (Magee, 1985: 41'den Aktaran Bayhan, 1997: 31) İşte bu durum yabancılaşmayı doğuran önemli bir etkendir. Marx'a göre "yabancılaşmanın ölçeği büyüdüğü oranda, insanın dış dünya ile kurduğu ilişki giderek daha yüksek bir düzeyde ondan yararlanma amacına yönelik olmaktadır." (Tolan, 1981: 152)
Çağdaş toplumlardaki yabancılaşma olgusuyla ilgilenen diğer bir araştırmacı olan Erich Fromm ise, yabancılaşmayı insanlar arasındaki ilişkinin'şeyler' arasındaki ilişkiye dönüşmesi temelinde incelemektedir. Fromm'a göre çağdaş toplumsal yapı içinde bireyin merkeze aldığı tutum ve davranışlar 'toplumsal olma' koşuluyla sınırlanmaktadır:
Fromm'a göre toplumsal benliğin, bireysel benliğe olan üstünlüğü, çağdaş toplumsal düzenlemelerde insani ilişkilerin de giderek ölçüsü olmaktadır. Çünkü, gerek üretim-tüketim ilişkileri, gerekse çağdaş toplumsal düzenlemelerin bireye yüklediği roller sonucunda bireyler kendilerini, 'kendileri olarak' değil, toplumsal rollerine ve etkinlik alanlarına
göre tanımlar olmuşlardır. Diğer yandan tüketici kimliği olarak konumlandırılan bir tür 'üst kimlik' sıfatıyla yaşamak zorunda olan insanlar, kendilerini "bir büyük çarkın küçük bir dişlisi olmak" (Fromm, 1996: 217) duygusundan bir türlü kurtaramamaktadır.
Geçmişte ya da şimdi 'yabancılaşma' kavramına yüklenen anlamlar, mevcut toplumsal koşullardan bağımsız değildir. Bu koşullar zamanla bir değişim içinde olduğuna göre, yabancılaşma da bu değişimle birlikte doğal olarak yeni anlamlar kazanmıştır. Ancak günümüze baktığımızda 'yabancılaşma' sözcüğünden genel olarak "insanın toplumuyla, çevresiyle, dünyayla ilişkilerinin olumsuzluğu" anlaşılmaktadır. (Şenyapılı, 1981: 27). Bu ifadeyi yaşadığımız dünya içindeki mevcut dengeleri ve koşulları gözönünde bulundurarak açıklarsak, yabancılaşmanın günümüz insanı için ne anlama geldiğini daha kolay anlarız.
Görüldüğü gibi yabancılaşma özellikle endüstri devriminden sonra pek çok düşünür ve araştırmacının ilgi alanı içine girmiştir. Endüstri devrimi, toplumsal yapının yeniden organize olması anlamında, insanlık tarihinin önemli dönemeçlerinden biri olarak, insanların bireysel gereksinimlerini karşılamak için gündelik yaşamlarını düzenleme alışkanlıklarına son verip, başkalarının gereksinimleri için çalışmalarını, yeni toplumsal sistemin inşasında temel parametre almış, ve böylece yeni toplumsal form yavaş
yavaş belirmeye başlamıştır. Üretim-tüketim ilişkilerindeki bu değişim modernitenin ideolojik söyleminin de en önemli unsurlarından biridir.
Modernitenin bir önemli etkisi, toplumsal düzeni yeniden inşa ederken, soyut sistem ve ilişkileri egemen kılmasıdır. Modernite öncesi toplumsal düzen, işbölümü ve dayanışmanın gelenekler öncülüğünde gerçekleşmesi gibi, kişiler arası dolaysız ilişki biçimlerini öngörmekteyken modern çağda özellikle soyut sistemler, kişiler arası ilişkiyi dolayımlamaktadır. Soyut ilişki biçimlerine dayalı bir toplumsal organizasyonda ise yaşam, daha çok yazılı kuralların egemenliğine girmiş demektir. Yani diğer bir deyişle
kişiler arasında gerçekleşen her türlü ilişki yerini kurallara ve tanımlara bırakmıştır. Burada bizi ilgilendiren sorun, Sosyolog Anthony Giddens'ın deyimiyle "soyut sistemlere duyulan güvenin" nasıl oluşarak kişiler arası ilişkiyi dolayımlayabildiğidir. Bu soruyu konumuzla ilişkilendirerek tartıştığımızda, internetin başka bir görünümüyle karşılaşmaktayız.
Giddens'ı izleyerek, vurgumuzu geliştirelim: Giddens, soyut sistemlere duyulan güveni, modernitenin geniş güvenlik alan! la! rına olan ihtiyacının bir sonucu gibi görerek, soyut sistemlerle bütünleşen gündelik rutinlerin ontolojik güvenlik için merkezi bir önemde olduğunu söylemektedir.
(Giddens,1998: 112). İfadeyi açarsak modern birey, çevresini sarmalayan soyut sistemlerden dolayı, kendini bir tür güvenlik çemberi içinde hissetmekte ve bu güvenlik duygusu, hem bireyi ontolojik olarak belirlemekte, hem de modernitenin sürekliliğini sağlayıcı bir dinamik haline gelmektedir. Buna bağlı olarak, modern bireyin yaşamını düzenleyen her tür figür, simge yada işaret, bir tür 'zihinsel basınç' oluşturarak, birey üzerindeki yaptırım mekanizmalarını harekete geçirir. Örneğin kapalı bir alandaki 'Sigara İçilmez' uyarısı, hem bir toplumsal kabullenişi simgelemekte, hem de bu alanda sigara içmeye teşebbüs edenlerin bir türlü ceza tehdidi altında olduklarını belirtmektedir. Aynı zamanda da sigara içen, içmeyen bütün insanların, 'sigara içme' eylemi düzeyindeki özgürlük sınırlarını
tanımlar.
Görüldüğü gibi sıra! da! n bir uyarının bile modern birey için açıklayıcılığı çok boyutludur. Bu örnekten yola çıkarak, modernitenin bir özelliğini vurgulayabiliriz. Sigara içtiği halde bu alanda sigara içmeyerek kendini kısıtlayan birey ile, bu alanda sigara içilmesi durumunda rahatsızlık duyacak birey arasında doğrudan bir ilişki bulunmak
zorunda değildir. Dolayısıyla modern yaşam bir ötekiyle, yani yabancıyla heran ilişki içinde olmayı gerekli kılar. Açıktır ki, bu durum genel içeriği bağlamında bir soyutlamadır. Ancak modern birey bu soyutlamanın somut sonuçlarıyla gündelik yaşamının hemen her alanında karşılaşır.
Bütün bunların internetle ne ilişkisi var sorusuna gelince; aslında internetin bir kitle etkileşim aracı olarak kısa zamanda bu kadar yaygınlaşmasının bir gerekçesi de, yukarıda sözü edilen soyut sistemlere olan güveni yeniden üretmesidir. Diğer bir deyişle, internetin
yaygınlaşmasıyla, modernitenin kurumları arasında dolaysız bir bağıntı vardır. Çünkü internet kullanımı, yukarıda sözü edilen bir ötekiyle ilişki kurma biçimlerinin değişik yollarla tezahürünü meşrulaştırır. Ancak bu meşrulaştırım, her ne kadar modernitenin soyut güvenlik sistemlerinden referans alıyormuş gibi gözükse de, aslında moderniteden çok, postmoderniteye ilişkin bir yapıyı gözler önüne serer. Ancak burada
konumuzu dağıtmamak için, postmodernizm kavramını yalnızca modern ile internet arasındaki kavramsal ayrımları vurgulamak için kullanacağız. Dolayısıyla internetin, moderne ait bir kitle etkileşim aracı olmadığını her vurgulayışımızda, adını ziktermeden postmoderne gönderme yaptığımız anlaşılmalıdır. ! Aç! ıklayalım: Moderne ait soyut sistemler 'ben'i, 'öteki'den yararlanarak tanımlarken, 'öteki'nin yabancılaştırıcı etkisini
de 'ben'e yönelik olarak formüle edebilmektedir. Yabancılaşmanın Marx, Hegel ve Fromm'daki karşılıklarına dönersek, Hegel yabancılaşmayı toplumsal olanla bireysel olan arasında bir denge kurma uğraşı olarak değerlendirmektedir.
Marx'a göre yabancılaşma üretim-tüketim ilişkileri ölçeğinde temel olarak bireyin dış dünyadan yararlanma amacı oranında belirginleşmektedir. Fromm ise, yabancılaşmayı insanlar arasındaki ilişkinin 'şeyler' arasındaki ilişkiye dönüşmesi temelinde incelemektedir. Görülüyor ki her üç düşünür de, yabancılaşmadan sözederken, bireyin toplumsallaşması sürecinde, bir zorunluluk ilişkisi geliştirmektedir. Yani tanımlanmış bir 'ben'in toplumla ilişkilenmesi sürecinde yabancılaşma kaçınılmazdır. Özetle modernite,
kendi söylemi içinde yabancılaşmayı kaçınılmaz olarak kabul etmekte, ancak tanımlarken de bir problematik karşısındaymış gibi davra! nm! aktadır. Buradan internete dönersek, internet kullanımı sırasında 'ben' ve 'öteki' kavramlarının, modernizmin çizdiği bağlamdan koparak içiçe geçtiğini görmekteyiz. Bu durumu 'chat' konusuna değinirken açıklayacağız.
İnternetin yabancılaştırıcı boyutundan sözederken, yabancılaşmanın en
belirgin bir şekilde izlenebileceğini düşündüğümüz boş zaman
etkinliği
olarak, "chat" üzerinde de durmakta yarar var. Sohbet etmek
anlamındaki
İngilizce sözcük, internet diline de aynen aktarılmış ve internetin
belki
de
en yaygın kullanım biçimi olan etkinliğin adı haline gelmiştir. Chat,
bilgisayar ortamında bir tür etkileşimli yazışma şekli ve internette
sohbet
etme biçimidir.
İnternette sohbeti değerlendirmeden önce, geleneksel anlamdaki sohbet
üzerine düşünürsek, aradaki farklılığı daha kolay algılayacağımız
açıktır.
Sohbet etmek ya da söyleşmenin sözlük karşılığı "oturup karşılıklı,
oradan
buradan konuşmak"dır (Püsküllüoğlu, 1982: 377). Bu tanımdan yola
çıkarak
geleneksel sohbetin 3 temel koşulu olduğu ileri sürülebilir. Bunlar;
sohbete
katılanların yüzyüze olarak aynı mekanı paylaşması, önceki bir zaman
diliminden tanışıklıkları olması ve sohbeti anlamlı kılacak ortak
yanların
bulunmasıdır. Daha önce tanışmış olmak, sohbetin içeriği hakkında bir
ipucu
verdiği gibi, konuların da sınırlarını aşağı yukarı belirler. Bu
durum
aynı
zamanda sohbetin gerçeklik zeminini de oluşturmaktadır. Mesafenin
azlığı,
söze mimik ve jestleri de katarak sohbeti renklendirip, gerekli
vurguyu
sağlar. Bu şekliyle sohbet dolaysız bir insani iletişim biçimidir.
Bilgisayar ortamındaki sohbet ise, gerçekte tam bir kör döğüşüdür.
Konuşan
ve dinleyenin yerini, yazan ve okuyan aldığında, aradaki ilişki
yalnızca
monitörde beliren standart harf dizileriyle gerçekleşir. Chat,
geleneksel
sohbetin temel koşulu olan tanışıklığı da ortadan kaldırmaktadır.
Birbirlerini hiç tanımayan ve hatta tanımayacak olan insanlar bile,
bir
tanışıklık yanılsaması içinde bu sanal sohbeti gerçekleştirebilir.
Yukarıda
sohbet için, dolaysız bir iletişim biçimidir demiştik, oysa
elektronik
ortamda sohbet etmenin temel koşulu bir arayüzü (interface) yani
monitör
kullanmaktır. Monitör bu haliyle sohbeti dolayımlar. Peki bütün
bunlara
karşın, chat yapmanın kitleler için özendirici yanı nedir? Acaba
insanlar
artık çevrelerinde merhaba diyecek kimse mi bulamıyorlar, yoksa bir
anlamda
kendilerinden arınma olanağı mı insanları rahatlatan? İnternet
enformasyona
erişmek için en kısa yoldur demiştik, uzaklık kavramı internet
kullanıcıları
için hiç bir anlam ifade etmez; an! ca! k sözkonusu olan chat
yapmaksa, bu
kez insanlar çevrelerindeki sayısız seçeneği görmezden gelerek,
önlerine
pek
çok elektronik donanım ve kilometrelerce aralar koyarlar. Bu durum
gerçekten
de çok trajik bir çelişkiyi gözler önüne sermektedir.
Popüler deyimle chat'leşmek, aslında "yabancı olmanın" en belirgin ve
belirleyici seviyesidir. Chat yaparken elektronik ortamın yapısı
gereği,
öznenin, gerçeklik referanslarını karşı özneye ulaştırması
olanaksızlaşır.
Arayüzün standart sunumu Baudrillard'ın deyimiyle "kendini
gerçekleştirme
anı"nı yokeder. Buradan 'ben' ve 'öteki' kavramlarına dönersek, Chat
eylemi
bu kavramları bütünleştirir, yani 'ben' bir anlamda da 'ötekileşir'
ve
ayırıcı bir özelliği kalmaz. Bu durumun kanımızca iki temel gerekçesi
vardır; birincisi, arayüzün etkisiyle bütün enformasyon akışı, tıpkı
diğer
KİA'nda olduğu gibi bir standartlık kazanmaktadır. Ancak burada
belirtilmesi
gereken nokta, KİA'ndaki standartlık planlı ve yayılan enformasyonun
tüketilmesini kolaylaştırıcı bir niteliğe sahip olduğudur. Oysa
Chat'in
farklılığı, anlık ve kişisel bir kullanıma olanak tanımasıdır.
Kullanıcılar
tarafından bu standartlığı aşmak üzere oluşturulan bir tür
terminoloji
ise,
kullanım biçimleri itibariyle enfor! ma! syonun içeriğini belirlediği
gibi,
sözü edilen standartlığın belirginliğini de arttırır. Dolayısıyla
Chat
sırasında gerçekleştirilen iletişimde arayüz bir tür duvar etkisi
yaparak,
kullanıcıları yalnızca oyalar, onları enforme etmez.
Enformasyon
aslında
her
bir kullanıcıya arayüzden geri döner. İkinci gerekçe ise,
kullanıcıların
son
çözümlemede 'yalnız' olmaları nedeniyle 'ben'i ve 'öteki'ni kendi
başlarına
üretmek zorunda kalmalarıdır. Zaten bu yüzden Chat sırasında
kullanıcının
kişisel bir sınırlılığı yoktur, yani herkes herkesi 'oynayabilir',
taklit
edebilir ve istediği kılığa girebilir. Gerçek kendinden ayrı olarak
kurguladığı her bir kişilik yanılsaması, kullanıcının kendi içindeki
'ötekini' ortaya çıkartır.
İnternet ve yabancılaşma sözcüklerinin buluştuğu bir nokta da
internet
erişim paketlerinin reklam kampanyalarıdır. Reklamların etkisiyle
internet
sözcüğünü duyan kimse doğal olarak internetin bir tür eğlence aracı
olduğunu
düşünecektir. Çünkü modern bireyin en güçlü referans kaynağı olan
KİA,
genellikle internetin 'içeriğini eğlence ve özgürleşmeyle eşanlamlı
sunmaktadır. Bu kampanyalar, KİA'nın interneti tanımlama biçimleriyle
hedef
kitleyi nasıl manipüle ettiklerini görmemiz açısından önemlidir.
KİA'na
göre
İnternet bir eğlenme ve özgürleşme aracıdır. Aslında eğlence ve
özgürleşme,
modernliğin bir telkini olmakla birlikte, bu kavramlar çerçevesindeki
yaşam
alışkanlığının sürekli özendirilmesi de modernitenin ideolojik
söyleminin
bir parçasıdır. Ancak itiraz ettiğimiz nokta, özgürleşmenin giderek,
eğlencenin sınırsızlığını sağlayan bir araç olarak anılmasıdır. Yani
internet kullanıcısı eğer eğlendikçe özgürleştiğini düşünecekse,
gerçekte
internetin sınırsızlığını hiçbir zam! an! kavrayamayacak demektir,
çünkü
eğlence, internetin en popüler yanıdır ve kullanım amacına yönelik
olarak
ne
kadar büyük bir oran teşkil etse de, gerçekte internetin olanakları
gözönünde bulundurulduğunda, bu olanakların çok ufak bir kısmına
karşılık
geldiği tartışılmazdır. Buna bağlı olarak gündelik
sorumluluklarımızdan
artakalan boş zamanlar, günümüzde büyük oranda KİA tarafından işgal
edilmişken, KİA'nın interneti tanıtma ve pazarlamalarında
benimsedikleri
yöntemle kendi işgal alanlarına interneti de ortak etmeleri dikkat
çekicidir.
Yabancılaşma bir anlamda da, insanın dünyayı dönüştürme çabalarına
karşı
ödediği bir bedeldir. Çünkü dönüşüme uğratmak, aynı zamanda da yeni
tanımlar
üretmeyi zorunlu kılar. Üretilen her yeni tanım ile toplumsal yapı
arasında
da bir neden-sonuç ilişkisi geliştirmek olanaklıdır ve bu durum
toplumsal
yapı üzerinde belli değişikliklerin ortaya çıkmasını gerekçelendirir.
Yani
ortaya konan her yeni şey, zaten ilksel düzeyde varolan bir
anlamlılık
dizgesine yeni yorumlar katar ve giderek anlamı dönüştürmeye başlar.
Örneklersek, eğer iletişim için, 'bireylerin kendilerini çevreleyen
gerçeklik alanlarını anlamlandırma ve bu anlamları ifade etme
gereksinimidir' dersek, bu tanımın günümüzde kitle iletişimini
açıklamakta
yetersiz kaldığını görürüz. Yine aynı şekilde kitle iletişimini
'bireylerin
teknolojik dolayımlarla sahip olduğu enformasyon ve bu enformasyonun
bireylere ulaşma biçimlerinin toplamı' dediğimizde de, bu kez
interneti
bir
KİA olarak tanımlamamız olanaksızlaşır. O halde ! in! ternet için
yeni bir
tanım daha üretmek zorunluluğu ortaya çıkar: 'KİA'ların işlevlerini
barındıran, ama kullanıcıların da (tüketicilerin) enformatik akışa
anında
müdahale edebilmelerine olanak tanıyan elektronik şebekeler toplamı'
tanımını bu bağlamda internet için geliştirebiliriz.
Geliştirdiğimiz bu üç tanım, yaşamımıza giren her yeni olgunun
"iletişim"
gibi bir temel insani unsuru nasıl dönüştürdüğümüzü anlamamıza
yardımcı
olmaktadır. Ve aslında yabancılaşma dediğimiz şey de, bizzat bu
dönüşümün
kendisidir; bir anlamda 'yeni olana' uyumlanma çabasıdır. Ancak bu
uyumlanma
çabası eğer bireysel kimliklerimizi giderek kolektif kimliklere ikame
etmek
ve bir tür başkalaşmak olarak tezahür ederse, yabancılaşma bu noktada
en
üst
derecede etkinleşmeye başlıyor demektir. Buradan tekrar internete
dönersek,
çevremizle olan ilişkimizi düzenleyen, belirleyen ve bu anlamda da
sınırlayan yeni bir aygıt olarak internetin, ifade ve algı
biçimlerimiz
ile
alışkanlıklarımız ve eğilimlerimiz üzerinde önemli bir etken olacağı
kesindir. Ancak konuya ne şekilde ve hangi açılardan yaklaşılırsa
yaklaşılsın, sonuç itibariyle internetin sunduğu olanaklardan
yararlanmak
hakkına sahip olan çağımız bireyinin yeni bir tür 'enformatik
bilinçlilikle'
donanması gerekliliği ortadadır.
"Sudaki bir balık için deniz bir boşluktur. Sudaki balık için deniz
'yok'tur. Sudaki bir balığa göre, gördüğü cisimler, bu yokluk içinde
hareket
ederler. Sudaki bir balığa göre, etrafı dolu olsaydı, cisimler
hareket
edemezdi." (Arıdaşır,1999, 38)
Enformasyon bolluğu içinde bizler suyu yokluk zanneden balığa
dönüşebiliriz.
Enformasyon bolluğu içinde yolumuzu bulmanın tek koşulu ne
aradığımızı
bilerek, doğru yöntemi benimseme bilincidir. Günümüz için vazgeçilmez
bir
öneme sahip olan internet, sahip olduğu boyutlarıyla şimdiye dek hiç
tanık
olmadığımız bir dünyanın kapılarını açmaktadır. Artık internet bir
'vazgeçilmez' olarak yaşamımıza girdiğine göre, onunla rasyonel bir
şekilde
'etkileşme' yöntemini belirlemek, çağımız insanının en temel
gereksinimlerinden biridir.