kapat
10.12.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 RAMAZAN
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Satırlar arasında

Selim İleri, Haşmet Babaoğlu, Doğan Hızlan ve Nuri Kurtcebe'den zevkle okuyacağınız kitaplar: Hepsi de bir biçimde 'suya sabuna' dokunuyor!

Önce kısa bir not..

Biz "dört sütun" söyledik, "bin sütun ah" işittik!

Meğer, kendini "akıllı" zannedenlerden ne kadar da muzdaripmişiz. Geçen haftaki "Deliler Takvimi" yazısından sözediyorum.

Malatyalı Hasan Bey'in hazırlayıp bastırdığı ve "mahallemizin delileri"ni abideleştiren takvimin reytingi(!) yükseklerde uçtu...

Telefon ya da elektronik posta yoluyla bizi arayan dostlar, teşekkürlerini ilettiler fazlasıyla.. "Deli veli"leri yadettiğimiz ve "akıllı"ları hatırlattığımız için..

Hele bir okurumuz vardı ki...

Sorikli Yaşar, Mercedes Kadir, Deli Gaffar ve diğerlerini kastederek bir öneri attı ortaya;.

"Takvim yetmez, bir de heykellerini dikelim!"

Benden aktarması..

***
Evet.. Biz deliler, "ah"lar ve "of"larla uğraşıp dururken masama biriken kitapları unuttum bu arada.. Kaç zamandır "tavsiye"lerden bahsetmiyoruz..

Hani önümüz bayram, zamanımız da olacak epeyi, üstüne üstlük bir alışveriş furyasıdır gidiyor.. İşte tam sırası.. Alışveriş torbanıza kazak, kaban ve cekete ilaveten bir de kitap sıkıştırsanız n'olur ki..

(Bu arada, "Salkım Hanım'ın Taneleri" meselesini de memleketçe hallettik! Hallettik hallettik.. "Sıkı" milletvekili Ahmet Çakar, bizim Hulki'nin Ceviz Kabuğu programında son noktayı koydu..

"Suya sabuna dokunmayan film" yapmalıyız vesselam ve de "Türk filmlerinde bütün anneler melek, bütün kahramanlar iyi olmalıdır, Bizans da kahpedir" demeye getirdi; böylece tarihle yüzleşmeye hacet bırakmadı..)

***
İşte alın size güya "suya sabuna dokunmayan" romanlar dizisi!

Siyah beyaz zamanlarımızın, pembe hayaller kurduğumuz yılların romanları bir kez daha gündemde..

Kerime Nadir'li, Muazzez Tahsin Berkant'lı Hıçkırıklar, Küçük Hanımefendi'ler, Selim İleri'nin editörlüğünde Doğan Kitapçılık tarafından yayınlanmaya başladı..

Sahi, suya sabuna dokunmayan romanlar mıydı onlar..

Çocuksu, masum, fedakar, coşku ve şevkat dolu....

Yalansız, öfkesiz, samimi, kırılgan kahramanlarla dolu romanlar..

Komşular vardı, bir kırmızı gülle büyük hayaler kuran genç kızlar vardı..

Otobüs duraklarında titreye titreye yaşanan sıcacık aşklar vardı...

Sıkı dostluk, arkadaşlık için canfeda vardı.. Ve mutlu sonla biten filmler..

Olsun varsın.. Hayallerimizin bile yokedildiği, arkadaşlığın çıkar ilişkilerine döndüğü, komşumuz açken tok yattığımız şu günlerde varsın bu romanlar, memleket meselesi anlatmasın, suya sabuna dokunmasın! Nasılsa kendimize bir "mesele" buluruz

Selim İleri'nin deyimiyle..

"Yalnızca para değerlerinin saltanat kurduğu, saat başı borsa-döviz haberlerinin peşinde koşulduğu gönül inceliklerinin git gide karardığı, sönüp gittiği, şimdiki aşksız, duygusuz dünyamızda leylaklar kuşanmış Hıçkırık, herşeye karşın hala bir sığınak olabilir günümüzde!"

***
Nuri Kurtcebe'nin gençlik hayaliydi Kuvayı Milliye Destanı.. Ama ancak orta yaşlara geldiğinde kısmet oldu kitaplaştırmak..

Hem de ölümün kıyısında dolaştığı yıllara..

Vücudunun ortasına yerleşen habise karşı savaş verirken, bir yandan da "ulusal kurtuluş savaşı"nı çizmeye başladı Kurtcebe.. Tam beş yıl geceli gündüzlü hiç bıkmadan usanmadan çizip durdu.. Nazım'ın, bu güzelim destanını, her bir sayfasını nefesini tutarak görselleştirdi.. Ustası Oğuz Aral'ın deyimiyle, melodi katarak, sinema yaparak, renk ve koku ekleyerek..

Ve ortaya seyirlik bir destan çıktı.. Okumaktan çok seyretmeye alışmış bir topluma, hem şiiri hem de tarihi, dosta düşmana, yedisinden yetmişine sevdirdi..

Bu arada Nuri, kendi yaşam savaşını kazandığı, yani ölümü yendiği gibi, "dövüşerek ölenler"in de ruhunu şadetti..

Leman Yayıncılık'tan çıkan "Kuvayı Milliye Destanı", yarı deli yarı divane bir çizer(!) tarafından havaya, suya toprağa çizilmiş bir destan kısacası...

***
"Onbirinci Kat Yazıları"ndan rasgele bir sayfa açtım..

"Halikarnas Balıkçısı'nın Bodrum'daki evinin alt katı köfteci olmuş.. Devletten hükümete, sivil toplum kuruluşlarından, yazar derneklerine kadar hepimizi saran bir utanç zinciri.. Onun cenaze töreninden beri Bodrum'a gitmedim. Magazin gazetelerinde hakkında okuduğum yazılardan anladığıma göre, o belde, günden güne gelişiyormuş, gözde tatil yerlerinin başında geliyormuş, kulüpleri, lokantaları distotekleri dünyadakilerle yarışıyormuş.. Demek Bodrum Belediyesi'nin geliri yüksek. Bir evi müze yapacak kadar parası vardır.

Son günlerde Bodrum adına gazetelerde, arsa spekülasyonlarıyla ilgili haberler dolayısıyla rastlıyorum.

Böyle bir toplumda Halikarnas Balıkçısı başka türlü haber olamazdı, popun büyük yıldızları güneşte kavrulurken, Köfteoğlu nereden bu haberi yazdı üzülürler..

Ne hazin.. Aylar önce mezarının bakımsızlığıyla gündeme geldi, şimdi de evinin köfteci olmasıyla. Restoran tabelasını kapıya asanlar, para kıran diskotek sahipleri, bugün oranın rantını yiyorlarsa, bunları evini koruyamadıkları Halikarnas Balıkçısı'na borçludurlar.. Orayı tanıtan, yeniden var eden, oraya kimliğini kazandıran bir ustanın anısına böylesine saygısızlığı ancak biz becerebiliriz. Kültür barbarlığının son katliamı..."

Doğan Hızlan'ın "Onbirinci kat"ta yazdığı yazılar kitap haline gelecek de satırdan satıra dolaşırken üstte yer aldığı gibi bir "kültür barbarlığı"ndan sözedilmeyecek! Ya da sanatın hayatı güzelleştiren soluğu sürekli üflemeyecek.. Mümkün değil..

Kültür ve sanata dair yazılarıyla sık sık gündem yaratan, ironik, ince ve entellektüel çizgisiyle, İstanbul beyefendilerine has zarif üslubuyla; kırmadan ama iğneleyerek neredeyse yarım asırdır bir kültür coğrafyası sunan Doğan Hızlan, bir anlamda vefanın, kadirşinaslığın, yılmaz kalelerinden biri..

Her ne kadar yazılarını "onbirinci kat"tan yazsa da, hayata ve kültüre hiç de tepeden bakmayan, sade ve anlaşılır diliyle, edebiyattan, müziğe, sinemadan, şiire, hülasa sanatın her dalına dair, haber ve bilgi aktaran, kritikler yapan Doğan Hızlan'ın yazıları kültür barbarlığının sıkça yaşandığı ülkemizde o denli büyük bir boşluğu dolduruyor ki.. Hızını kesme Doğan Usta.. Ellerin dert görmesin..

***
Ve benim oda komşum Haşmet Babaoğlu'dan "Bekle Beni Gelmeyeceğim" geldi nihayet.. Biliyorum.. Gözümün önünde yazdığı için biliyorum! Her satırı bir "işçi" gibi özenle işleyen bir yazar Haşmet..

Fazlasıyla titizlenir, kulaklığından akan melodilerin rüzgarıyla akıp gider yazılar.. Günlük yazıları her daim "yurttan sesler koro"sundan uzaktır zaten..

Ayrıntıların arasında dolaşır, ortaçağ tutuculuğuna esir olduğumuz tuhaf zamanlarda o çağının esiri olur.... Kalbindeki kelimelerde kültür de, siyasetin çürümüşlüğü de aşk da yer bulur.. İşte "Bekle Beni Gelmeyeceğim" Babaoğlu'nun deyimiyle "son bakışta aşk" öykülerinden bir bukle..

Gelmesi geciken, sararıp solan gazete sayfalarıyla birlikte "toprak olup gitmeyen" aşk öyküleri.. Kırmızı Kitaplar'dan..



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır