kapat
10.12.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 RAMAZAN
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Unutmadığım için affederim

Spor yorumlarının yanı sıra günlük hayat ve özellikle de aşk yazılarıyla sivrilen Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu, "her zaman karanlık bir adamım" diyor. Tutkuları, öfkesi, şöhretle olan ilişkisi ile bilmediğiniz bir Babaoğlu portresi...

- 46 yaşındasın. Aşk yazarı olarak ünlendin ama kim olduğunu bilmiyoruz. İstanbul Üniversitesi'nde sosyoloji okudun. Felsefe ve psikoloji ile ciddi olarak ilgilendin. Peki hayat hikayende

örgütlerin yeri oldu mu?

- '80 sonrasında herkes 70'li yıllardaki siyasal maceralarını anlatmaya bayıldı. Benim de maceralarım var ama en sevmediğim şey bunu anlatmak. Çünkü gençlik heyecanlarımızın altında çok insan ezildi. Öyle bir dört nala koştuk ki neleri çiğnedik...

- En negatif duygun ne?

- O siyasi dönemde, 18 ile 21 yaş aramı spiritualist ve mutasavvıf bir grupta geçirdim. O kadar erken yaşta öyle bir şeyden geçtim ki, negatif duygular çok kolay yakalamıyor beni. Kendi melankolimden başka negatif bir duygum yok. Benim için düşünmek, var olmak, sokağa çıkmak, insanlarla konuşurken birden bire durmak, durup bakmak bütün bunlar melankolinin kaynağı olabiliyor .

- Zor mu geliyor yaşamak?

- Eskiden çok zor gelirdi. Melankoli sonra çok olumlu bir şeye dönüşüyor. Bir biçimde seviyorsunuz. Bugün mesela hava güzel. Aynı melankolimle Emirgan, Bebek, Ortaköy yaparak geldim gazeteye. Eskiden dışarıdaki güzellik içimi sıkardı, çünkü kalmakla gitmek arasında bir duyguydu. Güzellik "kal" diyor sana. Bir başka şey de "bırak git" diyor. Şimdi sadece güzel kayıtsızlık var. Benim en önemli sorunlarımdan biri de unutmaktı. Şimdi yine unutmasam bile, unutamadıklarıma karşı güzel bir kayıtsızlık geliştirdim. Sonunda bu melankoliden güzel bir kayıtsızlık çıktı.

- Asıl problem, affetmemek mi?

- Unutmamakla affetmemek farklı bir şey. . Affetmedikleri için unutmayanlar var. Ben unutmadığım için affedenlerdenim. Çok genç yaşlarda spiritualist, mutasavvıf bir şeyden geçmemin bunda etkisi var.

- Nasıl bir guruptu?

- Mesihyanik bir örgüt. New-age cult'larına daha yakın. Hem islami hem de mesihçi. Sonra ben oradan aldım başımı gittim tabii. Arada sol-siyaset denen dönem çok küçük bir aralık yarattı. Sonra onun izleri bende her zaman kaldı.

- Ne arıyorsun?

- Bir tane sorun var, çözüme ulaşacağını sanmıyorum kolay kolay: Hem modern bir insan olmak, hem de hikmet yolunda olmak mümkün mü?

- Oraya geleceğim. Önce söyle: Kime düşmansın?

- Ahiret soruları gibi bunlar? Düşmanlarım olsun isterim. Hatta gerekli düşmanları kazanma sanatı diye bir sanat olduğunu dahi düşünüyorum. İnsan hak edilmiş, kılıç şakırtıları çıkartacak düşmanlar kazanmalı ama o kadar hızlı bir hayat yaşıyoruz ki hiçbir zaman düşmanlarınız da düşmanlıklarını bilemiyorlar.

- Var mı öyle sıkı bir düşmanın?

- Benim sıkı bir düşmanım olduğunu sanmıyorum ama aynı düzeyde entelektüel, benim de iyi bir entelektüel olduğumu bilen eski dostlarımdan bazılarının bana düşman olduğunu biliyorum. Entelektüel soruları başkaları için sormakla, kendin için sormak arasında fark vardır. Ben bütün entelektüel sorularımı kendim için sordum. Orada ayrıldı yollarımız o arkadaşlarla. Zaten günümüzde kılıç şakırtıları çıkartacak düşmanlık olur mu? Günümüzde kıskançlık, haset olur. İpin nerede olduğunu bilmediğimiz bir yarışta hepimiz atlet gibi koşuyoruz. Kadınlar saç-baş yolarlar ama düşmanlık değildir.

Erkeklerinki gerçek bir düşmanlıktır, yarışçıların, atletlerin düşmanlığıdır.

- Haz duyduğun yenilgin var mı?

- Ben hiç kazanmak ve yenilmekle ilgilenmedim. Zaten çok kazana birisi değilim. Arkadan birileri ittiği için hep başardım. Ama yenilgilerden haz alıyor musun deyince tüylerim diken diken oluyor.

Çünkü bizim toplumun temel problemlerinden birinin de değeri bilinmemişlik duygusuyla ağlaşmanın hazzını çıkarmak olduğunu düşünüyorum. Medyada çok var bu: "En büyük bendim aslında ama değerimi bilmediler!" Tabii ki modern hayata göre zaman zaman yenilmem gerekti ve bu yenilgilerimi kabulleniyorum.

- Ne tarafa daha yakınsın, hikmete mi modernizme mi?

- Tabii ki hikmetin yolunu istiyorsunuzdur esas ama bir yolda hangi kıyafetle gideceğiniz önemli. Modern insan olmaktan kaçmaya çalıştığınız zaman sadece bir bataklığa saplanıp kalıyorsunuz.

- Modern bir insan olarak hikmet peşinde koşulamayacağı sonucuna mı vardın?

- Modernite gizliden gizliye, bazen açıktan açığa bize bunun mümkün

olmadığını anlatıyor. Ben mümkün olduğuna inanmak istiyorum. Aradaki fark bu.

- Peki seni sarhoş eden tutkularını anlat bana.

- Modern hayatın en temel sorununun sarhoşluk çağrısı olduğunu, kavga etmemiz gereken şeyin belki de bu sarhoşluk olduğunu düşünüyorum.

Kolay kolay sarhoş olmam. Ben bir kadını da, hayatı da, yemeği de, manzarayı da, kitabı da şunu da bunu da gerçekten tadının çıkartılmasının ancak ayık kafayla olacağını düşünüyorum.

- Belki de kendi şöhretinle sarhoş olduğun için böyle konuşuyorsun?

- İnsan kendi şöhretiyle ancak tedirgin olur. O ancak başka bir şeyle sarhoş olur ve kendi şöhretinin tadını o sarhoşlukla çıkartır. İkisi arasında fark var. Sarhoşluk, anksiyetelerimizi bastırmak için kullandığımız bir şey.

- Sen hangi anksiyeteni bastırmak için kullanıyorsun?

- Ben endişelerimle, huzursuzluklarımla beraber yaşıyorum ve hiç de bastırmak zorunda hissetmiyorum. Sarhoşken konuşmaktan da nefret ederim.

- İçki sarhoşluğu da dahil mi?

- Bütün sarhoşluklar aynıdır, tutku sarhoşluğunda da aynıdır.

İçkiyle arası çok iyi olan bir adam değilim. Eş dost muhabbetinde içerim ama sarhoş olmam.

- Peki, hangi yanlışlarla kazandın hayatta?

-Ooo dehşet sorular bunlar! Ben 31 yaşıma kadar süper serseri olarak yaşadım. Tam 31 yaşında gazeteciliğe girdim. Son dört yılımda yani 27'den itibaren yanlış yaptığım kanaatindeyim, ama bu yanlıştan kazanmış da olabilirim. Serserilik, evliliklere çok benziyor; alışıyorsunuz. Cebinizde 500 lira parayla, üç gün geçirmek bunu bilmeyen birisine çok tuhaf gelebilir. Ansiklopedilere telif yazıyordum filan falan. Mesela aşık oldum, birlikte oturmaya başladık, o zaman bile serseriliğe devam ettim.

- Peki o zaman, hangi doğrularla kaybettin?

- Hiç böyle ilginç bir şeye hazırlanmamıştım. Ben depresifimdir, ama anksiyetik bir adam değilimdir. Kendimce doğru tipte bir gazeteci olmam için ısrar ettim ilk başladığım Nokta Dergisi'nde, öyle sanıyorum ki zaman kaybettim. Çok güzel bir ortamdı ama orada durduktan sonra günlük gazeteye geçmeliydim erkenden. Bir de tabii kızdım, öfkeme yenildim. Çok sevdiğim bir arkadaşıma çok tatsız bir biçimde davrandım. Boğazını sıktım çalışma ortamı içerisinde.

- Seni bu kadar öfkelendirecek ne yapmıştı?

- Söyleyeyim mi? Çok güleceksin, oturduğum yerden uçtuğumu gördüm, "Show yapma" demişti. Çok içten, ağzından öyle geldi, "Şov yapma" dedi. Öyle demeseydi bütün bunlar olmayacaktı, sonra çok üzüldü o da.

- Gazeteciliğin kendisi bir show zaten. Bir de ekrana çıkıyorsun - Benim ekrandaki varlığım, tam tersine şovu öldürmedir. Beni insanlar onun için severler. Benim, patronların sevmeyeceği bir köşe yazarlığı tarzım var. Gereğinden fazla kibarım. Mesela birisini eleştireceğim zaman adlarını vermediğimi farkettim geçen gün. Adını vermeyi bile hoyratlık olarak görüyorum. Bu alışılmamış bir köşe yazarlığıdır.

- Yoksa kendini mi korumaya çalışıyorsun eleştirilerden?

- Böyle bir şey var mı? Her halükarda eleştirileceksindir eleştrileceksen. O arkadaşımın boğazını sıktım. Derken unutmaya kalktık, hem de hoş bir şeye dönüştü o. Ama bir buçuk sene işsiz kaldım.

- Bir örgütün adamı olduğun dönemde de bireysel mi takılırdın?

- O dönemde de örgüt beni bireysel takılmakla suçladı ve çıbanbaşı olarak ilan etmişti. Ayrıldığım zaman da çok sevindiler. Acayip memnun oldular başımızdan bir belayı attık diye.

- Akıl hastası olsan psikozlu mu, nevrozlu mu olurdun?

- Biz zaten nevrozluyuz. Nevrozlu olmayan adam yazar olmaz. Nevroz modern hayata karşı savunma tekniklerinden biri. Psikoz içerisinde ne olurdum? Biraz aile tablomdan da kalkarak manik-depresif olmam gerektiğini düşünüyorum.

- Vecd hallerine geçelim. Bir mevlevi gibi dönmesen de , yokluğu yakalayıp varlığın bütününe uzanma gibi bir deneyimin, ya da Esma-i hüsna'dan herhangi birine asılıp kendini yukarı çektiğin anların oldu mu?

- Nuriye Akman bana böyle bir soru sormasaydı, bu röportajı yapmazdım.

Vecd çok önemli. Sarhoşluğa karşıyım, sırf vecdin yeri ayrılsın diye.

Yokluktan söz ettiğinizde kafa karıştırdığınızı zannediyorlar.

Halbuki varlığın geride bıraktığı uğultulu boşluktur. Uğultulu bir vadi gibi ben orada yürüdüğümü düşünüyorum ve o kulaklarımdaki uğultu zaten benim vecdim. Ben boşlukta kaybolma düşme ve çıkma duygusunu vecd olarak...

- İniş mi çıkış mı bu?

- İnsanın kabuslarında ortaya çıkan düşme korkusunu çok önemsiyorum.

Düşeriz fakat düştüğümüz yeri görmeyiz. Bana öyle geliyor ki uçmak, aslında yukarı doğru düşmektir. Küçük bir hareket, aynı zamanda bizim yukarı doğru uçmamızı da sağlayabilir. Ama bu mistik vecd deneyimleri çok mahrem konular.

-Miraçtan mı sözediyorsun?

-Miraç, "Alem böyleyse ben burada yokum arkadaş. Yatay olarak dolaşmam ben, yolculuğum dikeydir" demektir. Yatay yolculuğu dikeye çevirmek. O zaman sizi alırlar ya da siz oradan çıkarsınız. Halbuki peygamberler niçin gelirler? Yatay olarak yani hayatta ve insanlar arasında bir yolculuğa çıkarlar, onlar arasında dolaşırlar. Bazı peygamberler birkaç kez miraç deneyimi yaşamışlardır neden? Oradan çıkmak için, alem buysa ben yokum demek için, tekrar dönmek üzere ama o ayrı konu.

- Zaten muğlak olan şeyleri, daha da muğlak hale getirmek için sormadım bunları. Ben günlük yaşamında bunları nasıl hissettiğini, hangi keşiflerde bulunduğunu merak ettim. Mahrem alanın sana kalsın, kalmalı da..

- Çok güzel o zaman. Allah hakikaten razı olsun. Şimdi Sultanahmet'e, Süleymaniye'ye falan gitmek ve ben mistik deneyimlerimi burada yaşıyorum demek çok anlaşılır bir şey ama benim merkezim Beyoğlu, İstiklal Caddesinin karanlık, kuytu köşeleri. Orada düşebilirsin işte. Ben orada çıkıyorum da aynı zamanda. İşte benim vecdimin kaynakları.

- Bunu bir fantezi olsun diye söylemiyorsun değil mi?

- Hayır. Düşüşün kendisi aslında uçmak işte. Aşağı doğru giderken birden yukarı doğru çıkabilirsiniz. Beyoğlu'nun en kirli sokağında ben yukarı doğru çıkabildiğimi biliyorum ve beni gerçekten kendimden geçiriyor. O bir andır. Bütün durup bakmaklar aslında bir vecddir.

Çünkü biz hayatta genellikle durmadan ya koşar ya da yürürüz. Ama bundan sonrası benim kişisel mahremim. Modern hayatta nasıl seviştiğimizi bütün kamuya açabiliyoruz. Ama vecdi kamuya açamayacağım.

- Çok güzel. Mutlak'la yakınlaşmaların sana kalsın...

- Çok mahrem. Bunu anlatmak için , Mutlak'tan utanırım.

- Baba olma özlemin var mı?

- İlkokuldan beri, soyadımın da etkisiyle bana baba derler, bununla idare ediyorum. Ama zaman zaman bir kız çocuğunun babası olma özlemiyle yanıp tutuştuğumu itiraf edebilirim. Belki de oğlan çocuklarının o annelerinin eteklerinden ayrılmayan zavallı kırılgan, çok nazenin, sosyal hesaplaşmalara açık olmayan taraflarını hoş bulmadığım içindir.

- Yaşama biçiminin doğruluğunu sınadığın bir mihenk taşın var mı?

- Olması gerekirdi ama bizim hayatımızda, doğruluğu sınayacağımız bir mihenk taşının kaldığını sanmıyorum artık. Bazen entelektine, bazen vicdanına, bu iş doğru mu diye soruyorsun? Entelektin bin dereden su getirir ,vicdanın derhal cevap verir. Tercih size kalmış.

- Hangisi kazanır daha çok sende?

- Dürüst olmak gerekirse entellektim kazanır. Modern insanın vicdanı çok güçlü değildir.

- Aynaya baktığın zaman ne görürsün?

- Aynaları acayip severim. Aynada ışığın yansımasını mesela çok severim.

- Aynadaki yansımana bir bak bakalım. Nasıl bir adam bu Haşmet?

- Her zaman karanlık bir adam.

- Karanlık yanın, sürprizlere açıklık anlamında mı yoksa kötülükler yumağı olarak mı?

- Kuyu.

- Derin yani? Bir yandan da yüceltiyorsun kendini?

- Kuyu her zaman derin değildir. Biz derin sözünü boğulacağımız şeyler için kullanmayız genellikle, ama kuyuda boğulunur. Her zaman bir karanlıktır kuyu.

- Varlıktır karanlık; bütün ışıkları birden taşıyan şeydir. Peki şeytan hangi vesveseleri verir sana?

-Şeytanın temel özelliği kibir prensi olmasıdır. Şeytanın kavgası nereden çıkmıştır?

- "Ben insana secde etmem" demesinden.

- Bunu aşkla yapmıştır. "Ben sana secde ederim. İnsana niye secde edeyim?" diyerek. Büyük bir aşıktır aslında ama kendini öyle kibirli bir yere koymuştur ki o yüzden kovulmuştur. Orada vesvese mesvese falan yok.

- Senin günlük hayattaki vesveselerin neler?

- Bizim gibi insanlarınki artık vesvese olarak değerlendirilmez. Biz müthiş tezler, inanılmaz inançlar, doğruluğu kanıtlanmış bilgece kanaatler falan gibi görürüz kendi vesveselerimizi. Ben de öyleyim.

Ben de vesveselerimi yere göğe koyamam. En önemli vesvesem çok sınandığımı düşünüyorum . Hayat bir şeyin altını çok fazla çizersen çok kötü bir biçimde dalga geçiyor seninle.

- Mesela seninle nasıl dalga geçti?

- Ne aşkı falan diye diye aşık oldum. Bundan daha büyük bir dalga geçme olur mu?

- Tenin, ruhun dış çizgilerinden başka bir şey olmadığını bilmek, aşklarını yaşarken seni nasıl etkiliyor?

- Off! Hazzı duymanız çok yüksek olabilir ama aynı zamanda çok derin bir biçimde çizilebilir, kanayabilirsiniz.

- Bir bardak su olsan nasıl olurdun? Ağzına kadar dolu mu, berrak bir su mu, bulanık bir su mu?

- Çok berrak ama bardağın yarısından da aşağıda bir su olduğumu biliyorum.

- Bende uyandırdığın izlenim, bardak ağzına kadar dolu ama su çok berrak değil.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır