kapat
30.11.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 RAMAZAN
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Nalan ağlatır, Handan güldürür

Şellale filmiyle on yıllık bir aradan sonra beyaz perdeye dönen Hülya Koçyiğit yeniden ilgi odağı oldu. Ben, perdenin arkasındaki insan Hülya’yı tanımak istedim ve gördüm ki hiç rol yapmıyor. Kendisine bu kadar dürüst, cevaplarında bu kadar samimi bir starla karşılaşmadım daha önce. Evlat, kardeş, oyuncu, eş, anne, anneanne gibi gerçek hayat rollerini dengeli oynama adına kendini feda edişine, bu yüzden karşılaştığı sağlık sorunlarına üzüldüm. Ben onu çok sevdim.

-On beş yaşında sinemaya girmek, kişiliğinizi nasıl etkiledi?

-Uzun yıllar fazla derinlemesine düşünmeden yaşadım. Canlandırdığım karakterler, annemin bana biçtiği rol hayatımda öyle birbirine girdi ki o kişi ben, ben o kişi oldum.

-Annenizin size biçtiği rol?

-Örnek kişi olma rolü. Sen bu ülkedeki genç kızların bir örneğisin, Onun için mükemmel olmalısın. Onaylanmalı yaptıkların. Mutlaka başarılı olmalısın. Mutlaka cemiyette konuşabileceğin konuların olmalı. Çok okumalı, çok seyretmelisin. hep müzik dinlemelisin, dans edebilmelisin. -Bunlar görünüşte olumlu olmakla birlikte küçük bir kız için çok fazla.

-Bence de ağırmış. Beni sekiz yaşımda farketti. Ankara Devlet Konservatuarı’nda bale eğitimi almak üzere yatılı imtihana soktu, kazandım. Ankara’da okumaya başladım. İlkokulda elimden tutup hademeyle gönderiyorlar beni okula. Çok ezildim, büzüldüm, bakamadım kendime. Sıla hasreti denilen şey galiba. Annem İstanbul’dan gelince iyileşiyordum. Annem gidince yine hastalanıyordum. İki sene sürdü böyle. Sonra İstanbul Belediye Konservatuarı’na geldim. İstanbul Şehir Tiyatroları Çocuk Klübü kuruluyordu. İki kardeşimle birlikte bizi oraya götürdü. Tiyatroya başladık. Annem bütün hayatını bize vakfetti. Sonra oyunculuk eğitimi için yine Ankara’ya taşındım. İşte ilk çocuk olmam, kardeşlerime örnek olmamın benden istenmesi, benim adım adım sanatçı olmaya yönlendirilişim, hep bunlar annemin hazırladıkları şeyler. Yaşamımın insanları mutlu ettiğini görünce, iyi bir işe yarıyorum ben diye düşündüm hep.

-Size biçilen bir görev; insanları mutlu etmek yani?

-Bu bana empoze edilmiş, dayatılmış bir şey. Önce ailemin çizdiği çerçeve ve sonra mesleğimde çizilen çerçeveler var. Mesela yıldız sisteminden beklenilenler var. Onlara cevap verdiğiniz sürece o yıldızlığınızın sürekli olacağını, bunun dışında hareket ederseniz bu yıldızın söneceğini size ima ederler.

-Kendinize saygı duyuyor musunuz?

-Kendime karşı saygı duyuyorum. Ama bazen diyorum ki ben kendimi sevmiyorum. Düşünüyorum nasıl olacak bu iş? -Neden sevmiyorsunuz kendinizi?

-Ben niçin kendime gerektiği kadar bakmıyorum, sağlığımla ilgilenmiyorum, güzelliğimle ilgilenmiyorum sadece hoşlandığım şeyleri yapmakla zamanımı geçirmiyorum? Hayır diyememekten d olayı kızgınım kendime. Her zaman, herkese “peki, memnuniyetle, olur” dedim.

-Hülya Koçyiğit denilince imaj; kibarlık, nezaket ve anaçlık. Bu görüntünün arkasında fırtınalar yaşanmış olmalı.

-O kadar çok film yapıp, bedenen ruhen bu kadar çok kendini hırpalamaya ne gerek vardı diye düşündüğüm olmuştur. Sinir sistemim çok yıprandı. Gastridim var, çarpıntım var, baş ağrım var. Çok derin depresyonlar yaşamasam bile yaşadım zaman zaman.

-Terapilere gittiniz mi?

-Keşke gitseydim. Gitmedim, herkesle içimi konuşmadım.

-Annelik erken oldu, anneannelik erken oldu, sinema erken oldu. Mutlaka çok tortular vardır zihninizde.

-Var da çıkmıyor şimdi. Bilmiyorum neden çıkmıyor?

-Ben biliyorum. Sorunları erteleme ve mükemmel görünmeye devam etme.

-Bravo! Düşüncemle duygularımı yönlendiriyorum.

-Ve sigara içerek kendinizi cezalandırıyorsunuz. Hangi konuda suçluyorsunuz kendinizi?

-Muhakkak öyledir. Kız kardeşlerim çok küçüktü babam öldüğünde. Ben onların eğitimini tamamlayamadım. Balık tutmayı öğretemedim onlara. Sadece balık verirsem onları mutlu edeceğimi sandım. Çok erken evlendim. Ayrı eve geçtim. Yeteri derecede denetleyemedim onları.

-Onaltı yaşında ailenin babası oldunuz. Hala kendinizi annenizden, kardeşlerinizden sorumlu hissediyorsunuz.

-Annem bana çok emek verdi. Çok benimle zamanını geçirdi. Sanki kız kardeşlerim benim yüzümden ihmal edildi gibi onlara karşı böyle müthiş bir zaafım var. Evet, kız kardeşlerimle ilgili kendimi suçluyorum. Onlara yetersiz kaldığımı düşünüyorum ta başından beri. Ben kendime bir aile kurdum. Kendi ailem tabii ki öne geçti. Kız kardeşlerimin eğitimi için vereceğim emeği, zamanı kendi çocuğum için verdim. Belki onlar daha farklı aileler kurabilirdi, daha farklı bir hayatları olabilirdi. Onların üzerinden belli bir süre elimi çektiğimi gösteriyor bu.

-Yanılmıyorsam anneniz çok uzun zamandır bitkisel hayatta.

-Evet, yirmi senedir. Küçükken romatizmal bir hastalık geçirmiş ve kalp kapakçığı daralmış. Orada biriken pıhtı yıllar yıllar sonra beye gidiyor ve felç oluyor. Açık kalp ameliyatı oldu. Bir netice alınamadı çünkü felç tekrarladı. İlk geldiği zaman konuşamıyordu. Sonradan konuşması açıldı. O kadar çok terapi gördü ki konuştu. Arkasından yürümeye başladı. Ondan sonra hafızasına geldi, ondan sonra tekrar diline geldi. Çok yakın bir zamanda da düştü ve sağlam olan ayağı kırıldı ve yatalak oldu şimdi.

-Hergün ona gidiyor musunuz?

-Hayır ama hergün arıyorum. Kız kardeşlerimden bir tanesi onunla beraber yaşıyor. Bizi biliyor, tanıyor. Duyguları da daha canlı ama konuşamıyor. Elini tutuyorum, uzun uzun her şeyi anlatıyorum. Ne yaşadım ne yaşıyorum, nereden geliyorum, nereye gidiyorum. Beni anlıyor ve duygusal bir şey söylediğim zaman ağlıyor. Hoş görünüyorsam, eliyle çok hoş görünüyorsun diyor. Çiçek götürdüğüm zaman onları sarılıp kokluyor. Mutlu olduğunu söylüyor çünkü tek elini kullanabiliyor.

-Selim Beyle otuzüç yıldır mutlu bir aile tablosu çiziyorsunuz ama herhalde bu görüntü de kolaylıkla elde edilemedi?

-Selim hep benim mutlu olmamı istedi. Sözlü engeller koymadı bana ama hoşlanmadığı şeyleri yapmamaya çalıştım. Bu benim mesleki kariyerimi ilgilendirse bile. Mesela Selim benim meslektaşlarımla çok daha hal olmamdan, sürekli onlarla zaman geçirmemden, onların gittikleri mekanlara sürekli gitmemden hoşlanmıyordu. İstemiyorum demiyor ama tavrından anlıyorsunuz. Kendi meslektaşlarımla irtibatım böylece azalıyor. -Eşinizin popülaritesi sizinkinden çok önce azaldı. Sizinki yükselen bir profil çizdi. Kendinizi suçlu hissetttiniz belki.

-Selim ‘in şöyle de bir korkusu vardı sinema yaparken veya para kazanırken. Bunun sonsuza kadar devam etmeyeceğini bilip ilerde acaba aynı şekilde ben Hülya’ya hitap edebilecek miyim? -Sizi kaybetmekten korktu.

-Çok korktu. Eğer sana hitap edemeseydim, kaçardım hayatından, yok olurdum dedi.

-Sizi kıskandı mı?

-Beni o kadar çok kişi kıskanıyordu ki, Selim de kıskandı..

-Anneniz ve kardeşleriniz de kıskandı değil mi?

-Öyle söylediler bana ama ben öyle bir şey hissetmedim. Yeni bir çevrede, yeni bir arkadaşlık grubunda, hanımlar kendi eşlerini kıskandılar benden. Çünkü siz onlar gibi değilsiniz, daha farklı özellikleriniz var ve onların arasındasınız şu anda. Eyvah, onların kocası bundan nasıl etkilenir? Bunu elinizde olmayarak hissediyorsunuz ve uzaklaşıyorsunuz.

-Bir dönem kumar faktörü oldu sanırım yaşamınızda?

-Evet, bir dönem için oldu. Selim kumar alışkanlığını uzun bir dönem frenleyemedi. Birgün kendi kendine bitirdi.

-Onda da siz mi etkili oldunuz?

-Olmuşum, öyle söylüyor. Bir gece sabaha karşı eve geldiği zaman, ben karşılamışım. Kahvaltı hazırlayayım sana demişim. Sinirli asabi bu. Ben kavga edeyim bir şey söyleyeyim istiyor. Ben Selim neredeydin? Niçin bu kadar geç kaldın? Seni merak ettim gibi bir şey söyleyeyim ve hır çıkarsın. Kim bilir ne kadar pişman ve ezik. Ben hiçbir şey söylemeyince, “Bırak kahvaltıyı otur karşıma. Sen ne biçim bir kadınsın? İnsan bir şey söyler kavga eder” dedi. Ben bir şey söylemiyorum çünkü nasıl olsa sen anlayacaksın yaptığın yanlışları diye bekliyorum dedim. “Beni çok mahçup ettin, çok utandırdın. Bundan sonra asla oynamayacağım” dedi.

-Sözünde durdu mu?

-Evet. Düşünün ki ne kadar zor bırakılabilen bir alışkanlık, oynamadı.

-Aşık Hülya nasıl bir kadın? Tutkulu musunuz?

-Hayır, ben en küçük bir biriktirmeden, tutkuya kadar, bir şeye kapılmayı hüsrana uğramayı sevmiyorum. Kimse beni kırmasın çünkü çok kırılgan bir yaratığım ben. Onun için de kendimi korumak istiyorum.

-Selim Bey tutkulu, kıskanç bir aşık mı?

-Evet, tutkulu ve kıskanç. Ailemden kıskandı, çok onlara düşkünüm diye. Burada da bir ailen var ama her zaman onlar bizden daha önde senin için gibi şeyler. Beni uzun yıllar değiştirmeye çok uğraştı, sonra da teslim oldu.

-Kızınızı kısa bir dönem sinemaya yönlendirmeye çalıştınız, ama olmadı?

-Biz onu çocukken yönlendirdik. Büyümeye başlayınca dedi ki anne ben hayatım başkaları tarafından onaylansın, denetlensin istemiyorum. Kendi hayatımı kendim yönlendirmek istiyorum dedi.

-Sizden bu manada akıllı olduğunu düşünüyor musunuz?

-Tam da öyle oldu. Ben çok kolay teslim olmuştum hayatımın yönlendirilmesine. Resmen yönetildim ben. Hayatım boyunca yönetildim. Önce annem tarafından, sonra yönetmenlerim tarafından, sonra eşim tarafından. Şimdi de kızım tarafından yönetiliyorum. Halbuki baktığın zaman hiç olmazsa kendi hayatımı kendim yönetebilecek kadar yetenekli bir insanım diye düşünüyorum.

-Bütün yönetmenlere hayır deyip, her şeyi bir kenara bırakıp kaçmayı, isyan etmeyi, sadece kendi kendinizle kalmayı istediğiniz oldu mu? p> -Hayır o kadar cesur değilim herhalde. Böyle bir deniz motoruna atlayıp ufka doğru süratle gidiyorum. Önümü görmüyorum ama denizdeyim ve başka hiçbir şey yok,. Bir an öyle bir şeyler yaşamak istiyorum. O kadar yani. Onu da ne kadar yaşayacağımı da bilmiyorum. Daha sonrası yok yani. Yine yönetilmek istiyorum diye mi? Yönetilmeye alıştığım için mi veya korkuyor muyum?

-Çok zaman, sorular daha değerlidir cevaplardan.

-İnsanları mutlu görmek istiyorum. Sürekli böyle mutluluk maskesi takıyorum. Sanki selam verdiğim zaman beni gülerken gören insanın yüzü gülüyor ya da Hülya Hanım siz bana ne güzel şeyler hatırlatıyorsunuz filmlerinizde diyor ya, hepsi bu kadar. Onun üzerine kurulmuş bir hayat.

-Toplu iğne başı kadar?

-İşte benim hayatım o kadarcık. İnsanları gülerken mutlu görmek istiyorum. Onun için de ben yaşıyorum. İlla herkes beni çok sevsin istiyorum. Ama görevimi yapmamışım, sanki yapmam gereken benden beklenilen bugüne kadar yaptıklarımdan daha farklı şeyler varmış gibi geliyor.

-Ölümden mi korkuyorsunuz?

-Kendi ölümümden değil de yakınlarımın ölümünden çok korkuyorum.

-Öte dünya inancınız var mı?

-Mantık olarak yok fakat eğitimim olarak var aileden gelen. Bu dünya olgunlaşmamız, daha iyi bir insan olmamız için bize sunulmuş bir imtihan alanı. Gerçekten de insan olarak mükemmel olursak bir başka dünyada mutluluğu güzelliği yaşayabileceğiz gibi. Anneannem bana Kuranı Kerim’in içindeki ayetlerin anlamlarını masal anlatır gibi anlattı. İnsan olmanın erdemlerini o ayetlerden yola çıkarak öğretti. Benim düşünce yapım anneannem gibi. Kızımın düşünce yapısı ise annem gibi. Anneannem de çok mutsuz olmuş bir kadın. O inançlarıyla bulmuş huzuru.

-Neden?

-Yaşanmaması gereken acılar yaşamış. O onu yıkmış ve sinir hastası olmuş. Dedem asil diyebileceğimiz bir ailenin tek oğlu. Anneannem ise onların yanına çalışmaya girmiş. Evin delikanlısına aşık oluyor ama o evin onu farketmemiş bile. Sonradan evleniyorlar ama sosyal sınıf farkı oluyor.

-Tam bir Kerime Nadir romanı?

-Evet. Çok şaşılacak bir şey yok, benim hayatımda. Ben o insanları canlandırdım aslında. Ben bu hikayeyi annemden, anneannem son nefesini verirken dinledim ve iki dakika sonra anneannem vefat etti. Ben ona tutkuyla bağlıydım ve belki ondan sonra kimseye tutkuyla bağlanmadım. Leyla’yla Mecnun gibiydik biz onunla. Anneannem otuz yaşında okumayı yazmayı öğrenmiş ve ilk okumak istediği şey de Kuran. Benim temel bilgilerimi verdi.p<> -Siz de torunlarınıza verdiniz mi?p<> -Vermeye çalıştım, fakat anneannemin bana ayırdığı kadar büyük bir zamanı ayıramadım. Benim belki de ilk şekillenmem, mesela kibir denilen şeyin bende olmaması gerektiğini öğrenmem anneannemle oldu. Hayatta sahip olduğum bütün ödüller çok değerli. Çok az insana nasip olmuştur eminim ama bunları biraz da hakettiğimi düşünüyorum. O kadar da kendimi hırpalamayım. Her zaman hırpalanmaya müsaidim çünkü. İsteyen beni hırpalayabilir sırf o kendini iyi hissetsin diye ben kendimi hırpalayabilirim. Çok sağlıklı olmayan bir sinir sistemim var. Tepkisiz, iç dünyamla kavgalarım, savaşlarım oluyor. Uyuyamıyorum mesela.

-Ne zamandır?

-Belki otuz senedir. Geç yatıyorum çünkü akşam sessizlikte düşünmeye başlıyorum, hayal edebiliyorum, yazabiliyorum, okuyabiliyorum. Gündüz bu ses içinde yapamam, okuyamam. Gecenin üçü normal yatağa yattığım saat ama her yatar yatmaz uyuyamıyorum.

-Korkular mı üşüşüyor beyninize?

-Çok. Sevdiklerime bir şey olacak. Her şey de bu kadar iyi gitmez ki, mutlaka bir şey olacak. Öyle sinirlerim pamuk ipliği. Midem gastrid. Ülser yok ama gaz sıkıntıları var. Yediğim her şey gaz yapıyor, hava yutuyorsun diyor doktorlar. İlaçsız dışarı çıkamam.

-Hiç terapistten yardım almayı düşündünüz mü?

-Hayır. Hiçbir zaman kimseye içimi boşaltmak gibi bir şey istemedim. Hep kendi kendime halledebileceğimi düşündüm. Şimdi erteleyeyim ben onu sonra halledeceğim. Bir daha bir şeyle karşılaştığım zaman onu düşünecek kadar güçlü hissetmiyorum kendimi. O da beklesin bu da beklesin derken kabız oluyorum galiba. Hem mecazi hem de fiziki anlamda. Bir de bu nefessizlik var.

-Kendimize çok fazla şey yüklüyoruz galiba.

-Hayat çok kısa yetmiyor. Bir de 24 saat de yetmiyor aslında. Hiçbir şeyi rahatlığıyla yaşayamıyoruz ki. Hep bir şeyler var, hepsinin de yapılması gerekiyor yetişememe telaşı. Bir de bakıyorsun ki sen son sürat koştururken hayat bitti, hadi bakalım!



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
Superbahis
HAFTANIN SOYLEŞİSİ
Nuriye Akman'ın bu haftaki söyleşisi için tıklayınız

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır