Darbe yaptı ama Köşk'e halkın oylarıyla çıktı
1982'de yeni Anayasa halkın oyuna sunulurken siyasi tarihimizde de bir ilk gerçekleştirildi: 'Evet' oyu atmak, Org. Kenan Evren'in cumhurbaşkanlığına onay vermek anlamına geliyordu. .
Org. Ahmet Kenan Evren, emekli olan Turgut Sunalp'ın yerine Ağustos 1976'da Ege Ordu Komutanlığı'na atandığında acaba ne düşünmüştü? Acaba, "Yolun sonuna geldik... Kısmet böyleymiş... Eh ne yapalım, emekli olduktan sonra İzmir'de bir ev alıp otururum" demiş miydi? Böyle düşünmekte haksız sayılmazdı. 1974'te orgeneral olmuştu. Bu rütbeyle Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı, Genelkurmay İkinci Başkanlığı görevlerinde bulunmuştu. Ardından da Ege Ordu Komutanlığı'na atanmıştı. Bu makam önemliydi elbette ama üst düzey generaller arasında "son durak" olarak kabul ediliyordu. Sonra, ver elini emeklilik... Ama talihi bir anda döndü. 1977 yılının başında Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Namık Kemal Ersun'du. Terör yine başlamıştı. Sağda solda bombalar patlıyordu. 5 Haziran 1977 seçimleri yaklaşırken Demirel hükümeti Org. Ersun'dan kuşkulanıyordu: "Acaba darbe mi planlıyor?"
KONTRGERİLLA İŞBAŞINDA Kuşku boşuna değildi... 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı ipuçları vermişti: İstanbul Taksim meydanında toplanan insanların üzerine ateş açılmış, büyük bir kargaşa çıkmış, 34 kişi ölmüş, 200 kişi yaralanmıştı. Bu planlı bir katliam, bir kontrgerilla operasyonuydu. Ve ilginçtir, Org. Ersun daha önce 'Özel Harp Dairesi'ni yönetmişti. Ayrıca bazı üst düzey komutanları Konya'da bir araya getirerek brifing vermesi de kuşkuyu katlamıştı. Sonuçta hükümet ağustos ayındaki terfileri beklemeden Org.Ersun'u emekli etti. Cumhurbaşkanı Korutürk önce itiraz etti ama sonra kararı imzaladı. Peki Ersun'un yerine kim geçecekti? Üç aday vardı. Ancak umulmadık bir şey oldu: Hükümet üçünü de istemeyerek emekli etti ve Kenan Evren, Eylül 1977'de Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirildi. Yeni komutan sevilen, sayılan, çalışkan bir askerdi. Siyasetle ilgilenmemesi politikacılar gözünde onu daha da değerli kılıyordu. Org. Evren'in önü açılmıştı: Kısa sürede bir kez daha terfi etti ve Başbakan Bülent Ecevit'in önerisiyle 7 Mart 1978'de Genelkurmay Başkanlığı'na atandı. Kendisini Kore'den ve NATO çalışmalarından tanıyan ve beğenen Amerikalılar bu karara sevinmişti. Org. Evren'in verdiği ilk emirlerden biri, üç kişilik bir ekibin, "Silahlı Kuvvetler'in müdahale etmesi gerekiyor mu?Eğer gerekiyorsa bunun meşruiyeti nasıl sağlanır" sorularına cevap aramak üzere çalışma yapmasıydı! Evren böyle bir çalışma yaptırmakta kendi açısından haksız değildi. Ülke, sokaktan devlete sağ ve sol diye iki kampa ayrılmıştı. Her gün bombalar patlıyor, insanlar öldürülüyordu. Ekonomi ise vahim durumdaydı. Yağ, şeker, akaryakıt, sigara hatta ampul bile bulunmuyordu. Demirel bunu 1977'de "70 sente muhtacız" diye ifade etmişti.
'GÜNEŞ MODEL' SKANDALI Siyaset de berbat haldeydi. Mesela 5 Ocak 1978'de başbakan olan Ecevit bunu Adalet Partisi'den 10 milletvekili (ve bir bağımsız) transfer ederek yapmıştı. Bu kelimenin gerçek anlamıyla bir transferdi: "Vatan, millet için" AP'yi bırakan milletvekilleriyle İstanbul'daki Güneş Motel'de sıkı pazarlıklar yapılmış, ciddi miktarda paralar telaffuz edilmişti. Bu 11 milletvekilinin de bakan yapılması tam bir siyasi rezaletti. 1979'a gelindiğinde, Türkiye'deki sorunlar aynen devam ediyordu. Ölü sayısı giderek artıyordu. O arada dünya konjonktürü de değişmişti: Şubat ayında İran'da Ayetullah Humeyni liderliğinde bir İslam devrimi gerçekleşti. Bu devrimin tüm Ortadoğu'ya yayılmasından korkuluyordu. Aynı yılın aralık ayında Org. Evren, kuvvet komutanlarıyla birlikte Cumhurbaşkanı Korutürk'ü ziyaret etti. Hoşbeşten sonra komutanlar ağızlarındaki baklayı çıkardılar: "Bu gidişle müdahale şart olur." Korutürk karşı çıktı. Birkaç sebebi vardı: Görev süresi birkaç ay içinde bitecekti. "Darbeyle indirilmek" istemiyordu. Ayrıca komutanlara "Kış ayında darbe olmaz" demişti. Neticede komutanlar ellerindeki mektubu Korutürk'e vererek Köşk'ten ayrıldı. Ordu siyasetçileri uyarmakla kalmıyor, "terörü durdurmak için acilen yapılması gerekenleri" sıralıyordu. Ordunun 'uyarı mektubu' halka duyurulduğunda ilginç bir şey oldu: Kimse uyarıyı üstüne almadı. Demirel de, Ecevit de, "Beni değil onu uyardılar" diyordu. 1980 başında Başbakan Demirel nihayet neşteri vurdu: Ekonomik ve siyasi tarihe "24 Ocak Kararları" adıyla geçen radikal tedbirler, o güne kadar açıklanan ekonomik programlardan çok farklıydı. Siyasi sorumlu Demirel'di, programı hazırlayan teknik ekibin başında ise Turgut Özal vardı. Derken mart ayı geldi çattı. Korutürk'ün yerine bir Cumhurbaşkanı seçilmesi gerekiyordu.
***
Cumhurbaşkanı adayımız Ajda Pekkan!
Basında aday-toto başlamıştı. Her gazete bir liste yayınlıyordu. Aday adayı olarak sürüyle ad uçuşuyordu: İhsan Sabri Çağlayangil, Cahit Karataş, Sadettin Bilgiç, Muhsin Batur, Hilmi Fırat, Nihat Erim, Sadi Irmak, Kenan Evren, Süleyman Demirel, Turan Güneş, Faik Türün, Sırrı Atalay, Zeyyad Baykara, vd... Org. Kenan Evren "Ben Faruk Gürler değilim" demişti. Yani Gürler gibi "oyuna gelmeyeceğini" ima ediyordu.
ADAY DAHİ BULUNAMIYORDU 22 Mart günü seçimin başlaması gerekiyordu. Ancak ortada aday yoktu. Ertelemeye gidildi. Nihayet 25 Mart günü turlar başladı. Ancak adayların ardında ciddi bir destek yoktu. Mesela ilk aday Mardin bağımsız milletvekili Nurettin Yılmaz sadece 80 oy alabilmişti. Bu arada Senato Başkanı Çağlayangil, cumhurbaşkanlığını vekaleten yürütüyordu. Anayasa'da sınırlama olmadığı için turlar devam ediyordu. Derken 10 Nisan'daki 38'inci turda ilk ciddi aday ortaya çıktı: Sadettin Bilgiç. AP ve MHP'nin desteklediği adaylığı 60'ıncı tura kadar süren Bilgiç, 264 oya kadar yükselebildi.
MUHSİN BATUR DİREKTEN DÖNDÜ 16 Nisan'da sahneye bir ağır top daha çıktı: CHP'den Muhsin Batur. Acaba seçilmek için gereken 318 oyun bulabilecek miydi? Bilgiç ile çekişen Batur 303 oya kadar ulaşabildi. Köşk seçimi artık saçma bir hal almıştı: Ajda Pekkan'a bile oy çıkıyordu. İşin ciddiyeti kalmamıştı. İktidar ve muhalefet, kişilere indirgersek, Demirel ve Ecevit bir türlü uzlaşamıyordu. Parlamento gülünç duruma düşmüştü. 11 Eylül 1980 günü Meclis 115'inci tur için toplandı. Ancak çoğunluk yoktu. Parlamenterler "Yarın devam ederiz" diyerek binadan ayrıldılar. Bir daha da toplanamadılar. Çünkü 12 Eylül'de, ordu yönetime el koydu!
***
|