|
|
|
|
Başına silah dayanan Köşk adayı
27 Mayıs 1960 darbesinden bir buçuk yıl sonra cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Askerin tek adayı Cemal Gürsel'di. Ali Fuat Başgil aday olunca işler karıştı. İki general başına silah dayayarak Başgil'i adaylıktan caydırdı.
.
Kafasına silah dayanarak engellenen Çankaya adayı
Cuntanın tek adayı Cemal Gürsel'di. Ancak anayasa profesörü Ali Fuat Başgil'in de aday olduğunu açıklaması işleri karıştırmıştı. Ya kazanırsa? Hocanın adaylıktan vazgeçmesi şarttı!.
Bazı olaylar vardır, uzun süreçlerin özeti gibidir. Prof. Ali Fuat Başgil'in 1961 yılında Köşk'e aday olmasının engellenmesi tam da böyle bir olaydı. O olayı ayrıntılı biçimde anlamak, 1960 darbesinin işleyişini ve Cemal Gürsel'in hangi şartlarda cumhurbaşkanı seçildiğini de anlamak demektir. 1893 doğumlu Ali Fuat Başgil, eğitimini Fransa'da yapmış bir önemli hukuk adamıydı. İstanbul Üniversitesi'nde anayasa hukuku dersleri vermişti. Hocaların hocası olarak, 'ordinaryüs' payesine ulaşmıştı. Darbeden sonra Milli Birlik Komitesi'nin attığı 147 öğretim üyesinden biriydi. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bir Kurucu Meclis oluşturuldu. Kurucu Meclis yeni bir Anayasa yaptı. Bu Anayasa 9 Temmuz 1961'de halkoylamasıyla kabul edildi.
SEÇİM SONUÇLARI SİNİR ETTİ Yeni Anayasa parlamentoyu, Meclis ve Senato olarak ikiye bölmüştü. Meclis 'nispi temsil' sistemine göre seçilmiş 450 milletvekilinden; Senato ise 'çoğunluk' sistemine göre seçilmiş, 40 yaşını aşmış, üniversite mezunu 150 senatörden oluşuyordu. Ayrıca cumhurbaşkanının 15 senatör atama yetkisi vardı. (Bir de 'tabii senatör' adıyla ömür boyu Senato'da oturacak 21 Milli Birlik Komitesi üyesi vardı!) 15 Ekim 1961'de de yeni partilerin katılımıyla genel seçimler yapıldı. Sonuç darbeciler ve yandaşları açısından sinir bozucuydu! CHP 173 milletvekili ve 36 senatörü parlamentoya sokmuştu. Ancak çoğunluk, 'karşı grupta' yer alan ve devrilen Demokrat Parti'nin devamı sayılan partilerdeydi. Şimdi sıra cumhurbaşkanını seçmeye gelmişti. Darbecilerin adayı Org. Cemal Gürsel'di. Onun seçileceğine kesin gözüyle bakıyorlardı. İşte tam bu sırada bomba patladı: Samsun'da AP listesinden bağımsız senatör seçilen Prof. Başgil, Köşk adaylığı için İsviçre'den geliyordu. AP tabanı ve özellikle Ege bölgesinden gelen AP milletvekilleri onu hararetle destekliyordu. Başgil'in geleceği duyulunca bazı AP'liler otomobillerin camına hocanın fotoğrafını asarak kentte gezmeye başlamışlardı. Milli Birlikçilerin canı fena halde sıkılmıştı.
MİLLİ HÂKİMİYET DE NEYMİŞ? Hoca uçakla İstanbul'a geldi. Sonra trenle Ankara'nın yolunu tuttu. İlgi öyle yoğundu ki her istasyonda Başgil'e büyük tezahürat yapıldığıiçin tren büyük bir rötarla Ankara'ya ulaşabilmişti. Hoca, İzmir Caddesi'ndeki Barikan Oteli'ne yerleşti. Yanında birkaç AP milletvekili, elinde ise CHP'liler hariç, 120 parlamenterin imzaladığı 'seni destekliyoruz' belgesi vardı. Görüşmeler sürerken bir akşam Prof. Başgil, Başbakanlığa davet edildi. Hoca 24 Ekim günü saat 20.00 civarında Başbakanlığa gitti. Orada kendisini Org. Fahri Özdilek ile Org. Sıtkı Ulay bekliyordu. Kahveler içildikten sonra sadece gelindi: Org. Ulay, özetle, "Gürsel dışında bir adaya izin veremeyiz" dedi: "Milli Birlik Komitesi olarak zor durumdayız. Çünkü Silahlı Kuvvetler Birliği adlı başka bir cunta var. Eğer ısrar ederseniz parlamentonun açılmasına izin vermeyecekler." Ancak Prof. Başgil ısrarlıydı: "Demokrasiden, milli hakimiyetten, aday olma özgürlüğünden, askerlerin halka verdiği sözlerden" filan bahsediyor, adaylıktan çekilmeyeceğini belirtiyordu.
KILIFINDAN ÇIKAN TABANCA Tam bu noktada duralım... Ve bu sohbetin 15 dakika sonrasına atlayalım: Prof. Başgil'in Başbakanlık çıkışındaki hali, Akis dergisinde şöyle betimlenecekti: "Yüzü kıpkırmızıydı... Flaşlar patladıkça daha da kızarıyordu... Gözleri faltaşı gibi açılmıştı... Elleri titriyordu... Alt dudağı sarkmıştı... Etrafındakiler olmasa düşecekti..." 21.30 sularında Başbakanlıktan çıkan Prof. Başgil, arkadaşlarından kendisine bir taksi ayarlamasını istedi. Sabaha karşı hesabını kesip otelden ayrıldı ve İstanbul'a doğru yola çıktı. Daha sonra, sadece adaylığı bırakmadığı, senatörlükten de istifa ettiği öğrenildi. Şimdi soralım: Başbakanlıkta neler olmuştu da Başgil'in kimyası değişmişti? Onu böylesine korkutan neydi? Bazı kaynaklara göre "Org. Sıtkı Ulay, bütün gün belinde taşıdığı için ağırlık yapan tabancasını çıkarıp masanın üstüne koymuştu." Peki bu hareket insanın kimyasını değiştirir miydi? Alt dudağını sakıtır mı? Yoksa başka kaynaklarda iddia edildiği gibi, o tabanca kılıfından çıkarıldıktan sonra, hiç de nazik olmayan kelimeler eşliğinde Başgil'in kafasına mı dayanmıştı? Bir soru daha: Acaba o an hocanın aklına, düzmece Yassıada Mahkemeleri sonucunda Eylül 1961'de idam edilen Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan gelmiş miydi?
*** ASKERİ BİRLİKLER MECLİS'İ SARDI Cemal Gürsel 25 Ekim günü tek aday olarak Köşk seçimine girdi. Meclis'in çevresi askeri birliklerle sarılmıştı. Bütün üst rütbeli komutanlar locayı doldurmuştu. Toplam 607 parlamenter oy kullandı. "Çankaya Protokolü"ne uyan dört siyasi partinin lideri, "Cemal Gürsel" yazdıklarını oy pusulalarına foto muhabirlerine göstere göstere sandığa attılar. Oy tasnifi başladığında, toplantıyı yöneten Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Arkadaşlar tasnif bitene kadar kimse dışarıya çıkmasın; kapılar kapatılmıştır" dediği duyuldu. Bu sırada locada oturan üst düzey komutanlar adeta hipnotize olmuş gibi tasnifi izliyorlardı. Genelkurmay Başkanı Org. Cevdet Sunay'ın rengi sararmıştı. Kuruyan dudaklarını diliyle ıslatanlar göze çarpıyordu. Acaba üçte iki çoğunluk sağlanacak mıydı? Ve sonuçlar açıklandı: Cemal Gürsel 434 oy alarak Türkiye'nin dördüncü cumhurbaşkanı olmuştu. 17 oy çeşitli adaylara çıkarken, 156 da boş oy kullanılmıştı. Yemin etmeye üniformasıyla gelen Gürsel yeni Anayasa'ya göre 7 yıl o makamda kalacaktı. Ancak Ocak 1966'da hastaneye kaldırıldı. Şubatta ABD Başkanı Johnson'un gönderdiği özel uçakla Walter Reed Hastanesi'ne taşındı. 9 Şubatta komaya girdi. Yaşamından ümit kesilince yurda getirildi. Cemal Gürsel 14 Eylül 1966'da vefat edene kadar komada kaldığı için, Cevdet Sunay'ın 28 Martta yeni cumhurbaşkanı olarak onun yerine Köşk'e çıkmasına şahit olamadı. *** Köşk'te bir 'Manolya' Cemal Gürsel'in eşi, gençliğinde "Manolya" lakaplı Melahat Hanım'dı. Eşine ve onun askeri düzenine bağlı bir kadındı. Sabah 06.00'da kocasıyla birlikte uyanır, saat tam 12.00'de onunla birlikte öğle yemeğine otururdu. "Ben ne Paşa, ne de Reisicumhur karısı oldum, ben hep mutfaktaydım" dediği biliyor. En büyük zevklerinden biri üst kattaki odalardan birine koyduğu dikiş makinesiyle kendi elbiselerini dikmekti. Gece kıyafeti gerekli olduğunda Kız Teknik Öğretim Ankara Olgunlaşma Enstitüsü'nden yardım alıyordu. İsteksizce girdiği Köşk'ten, gayet kırgın bir biçimde ayrıldı: Çünkü kocası hastanede yatıyordu ve yeni Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile eşi, o daha eşyalarını toparlayamadan kapıya dayanmışlardı. *** CUNTA İÇİNDE CUNTA 27 Mayıs 1960 darbesini yapan küçük rütbeli subaylar başlarına geçecek bir 'abi'ye, bir 'baba'ya ihtiyaç duymuşlardı. Ve buldular: Kara Kuvvetleri Komutanıyken erken emekli edilen 'Aga' lakaplı Cemal Gürsel. 'Cemal Aga' İzmir'den apar topar Ankara'ya getirilerek darbenin başına geçirildi. Önce 38 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi (MBK) belirlendi. Org. Gürsel komitenin başkanı olurken, hem başbakan, hem de cumhurbaşkanı yetkileriyle donatıldı. Ancak fikir ayrılıkları baş göstermişti. En kısa sürede seçime gitmek yerine, "hazır gelmişken uzunca bir süre iktidarda kalalım, ülkeye çağ attıralım" diye düşünen Alpaslan Türkeş ve arkadaşları (onlara "14'ler" deniyordu ve CHP karşıtı olarak tanınıyorlardı) Kasım 1960'ta yönetimden uzaklaştırılarak yurtdışı görevlere "sürüldü". Aralık 1960'ta kurulan İstanbul merkezli 'Silahlı Kuvvetler Birliği' (SKB) adlı cunta ise çok daha dişliydi. Bu cuntanın başında 1'inci Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Org. Cemal Tural, Korgeneral. Refik Tulga Tuğgeneral Faruk Güventürk, Harp Akademileri Komutanı Tuğgeneral Faruk Gürler, gibi simalar vardı. Cuntanın Ankara ayağını Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir oluşturuyordu. SKB cuntası bir süre sonra MBK'ne kafa tutmaya başladı. Ültimatomlarıyla Gürsel'e ve Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'a geri adım attırıyorlardı! SKB cuntasının en önemli eylemi "21 Ekim Protokolü" ydü. Çeşitli rütbelerden 38 subay, seçimleri saymadıklarını, partileri kapatacaklarını, MBK'ni feshedeceklerini ilan ettiler. Ancak pazarlıklar ve İsmet İnönü'nün devreye girmesiyle birlikte cunta teskin edildi. Parti başkanlarını toplayan Cemal Aga, "komutanların huzurunda" şu maddeleri kabul ettirdi: "1) Gürsel cumhurbaşkanı seçilecek. 2) Ordudan atılan 5 bin kadar subay ve astsubay (Eminsu: Emekli İnkılap Subayları) geri alınmayacak. 3) Yassıada mahkumları affedilmeyecek. 4) 147'ler üniversiteye dönmeyecek." Bunun da adı "Çankaya Protokolü" oldu!
|
|
|
|
|