kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
3 Nisan 2009, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Müjde Işıl: "Geçmişteki filmlerime benzemiyor"

Sinema dergisi
Giriş Saati : 03.04.2009 10:02
Güncelleme : 03.04.2009 23:08
Yeni Haber
Ali Özgentürk adalet kavramı üzerine kurduğu yeni filmi "YENGEÇ OYUNU"nda, bir Anadolu şehrinde ayakta kalmaya çalışan kadınların neşeli ve hüzünlü hikâyesini anlatıyor..
İLİŞKİLİ HABERLER
Müjde Işıl: "Geçmişteki filmlerime benzemiyor"
Yeni filmi "Yengeç Oyunu" nun renk çalışmalarını yaptığı yoğun bir gününde, sahibi olduğu Asya Film'in ofisinde görüştük Ali Özgentürk ile. Röportaja başlamadan önce sektöre ilişkin düşüncelerini ve sitemlerini paylaştı bizimle. "Keşke yeniler de eskiler kadar güzel film yapabilse" diyen Özgentürk, sinemada teknolojinin gelişmesine ve yapılan film sayısının artmasına rağmen dünyada şapka çıkaracak işlerin azaldığından dem vurdu. Yaratıcı, zeki ve farklı filmlerin sayısının artmadığının tam tersine taklitlerin çoğaldığını; yaratıcı sinemanın da ticari bir şekle dönüştüğünün altını çizdi. Ona göre ticari sinema ile yaratıcı sinemanın kesin bir ayrımı kalmamıştı ve festivaller de ticarileşmişti. "Satın alındıkça gelişen, geliştikçe satın alınan bir sanat türü olan çağdaş sanat (enstalasyon) ile sinema alanındaki festivallik filmleri birbirine çok akraba görüyorum" diyordu yönetmen. Şikâyetçi olduğu bir diğer konu ise sinema elitizmiydi: "Festival yöneticileri, eleştirmenler ve sinema alanında uzmanlaşmış kişilerden oluşan bir çevre yani sinema eliti, kendilerine bir sinema planeti kuruyorlar ve orada sadece kendi sinemalarını müdafaa ediyorlar, kendi sinemalarını izleyip ödül veriyorlar. Kendilerini bu planette soyutluyorlar. Uzmanlaştıkça gerçeği görememeye başlayan bir sinema planetinden uzak ve ayrı görüyorum kendimi" diyordu.

"Sinema olmadan yaşayamayan biri değilim. Sinema maddi anlamda hayatımı sürdürmemi sağlayan bir meslek. Aynı zamanda, yaparken bazen bir çocuk oyunu gibi çok keyif aldığım bir sanat dalı ve bir oyun" diyen Ali Özgentürk'ün ilerisi için planlarında ise yapımcılıktan çekilip sadece yönetmen ve senarist olarak çalışmak var. Kendisini çok etkileyen, hayallerini kışkırtan bir hikâyenin kahramanlarıyla cilveleşerek yaptığı ferah bir sinema filmi olarak tanımladığı "Yengeç Oyunu"nda adalet kavramını sorguluyor yönetmen. Film, üniversitede tarih asistanlığı yapan Asya'nın (Ayça İnci) beş yaşındaki kızı İpek'le, İstanbul'dan doğduğu şehre, Eskişehir'e gelmesiyle başlıyor. Buradaki üniversitede iş bulan Asya, 1917'de beraatle sonuçlanmış bir cinayet davasını öğrencileriyle birlikte kurduğu bir mahkemede yeniden incelemeye karar veriyor.

"Yengeç Oyunu"nun macerası nasıl başladı?
ODTÜ'lü bir asistanla adalet kavramı üzerine bir senaryo çalışmaya başlamıştım. Bu senaryonun müsvedde halini Kültür Bakanlığı'na gönderdim. Destek aldı. Adı "Adalet"ti. Adalet kavramıyla oynaşan eğlenceli bir hikâye olarak tasarlamıştık. Sonra ODTÜ'lü yazardan biz koptuk. Bu hikâyenin çekirdeğini muhafaza edip 6-7 kere yazarak bugünkü haline geldi ve "Yengeç Oyunu"na dönüştü.

'Adalet' kavramı nasıl ortaya çıkmıştı?
2006'da bir haber okudum. Ülkemizin yetiştirdiği çok değerli tarihçilerden Halil İnalcık, Sabancı Üniversitesi'nde, Osmanlı toplumunda 16.yy'da kadıların verdiği kararları inceleyen bir ders oluşturuyordu. Yani kadıların kağıt üzerinde aldığı kararları inceliyorlar. Sosyolojik ve tarihsel bir çalışma. Bu ilgimi çekti. 18 yaşındaki gençler 15-16. yy'a gidiyorlar. Hocalarıyla birlikte olaylara bugünün gözüyle bakıyorlar. Kendi kendime dedim ki, bugünde geçen bir hikâye yazsak... Geçmişteki bir olaydan yola çıkarak adalet kavramını inceleyen ama bir ders gibi değil, eğlenceli bir oyun gibi... Bunu inceleyen bugünün genç insanlarının hayatlarında adalet ve adaletsizlikler nasıl yaşanmaktadır? Adalet kavramı bugünün toplumunda nasıl yaşanıyor? Eğlenceli bir şekilde bu nasıl anlatılabilir sinema yoluyla? Ve böylece "Yengeç Oyunu" çıktı. Ama 15.yy'a değil 70-80 yıl öncesine uzanan, yaşanmış bir olaydan yola çıkıp tamamen bugünü anlatan bir film "Yengeç Oyunu".

Hikâyedeki kadın ağırlığına bakılınca "Yengeç Oyunu" kadın filmi olarak tanımlanabilir mi?
Filmin bütün anakarakterleri kadın. Anne, üç kızı, üniversite öğrencileri... Elbette kadınlar üzerine bir film, kadın filmi denebilir. Bu tanımlar bana çok yakın gelmiyor ama isteyen bu tanımı kullanabilir. Ben bundan da ürküyorum. Çünkü bir kategoriye hapsediliyor; eşyalaşıyor. Her şey insani... Benim acım, benim derdim olarak anlatıyorum. Bu hepimizin izleyebileceği, hepimizin acısı ya da neşesi olan bir film. Adalet zemini üzerinde cilveleşen, neşe ya da hüzün üreten bir film.

Filmde sizi sürükleyen unsur neydi?
Kadın, insan halleri tamam ama bu filmde beni bir kelime yönetti; ferahlık... Yani filme girdiğinde su gibi aksın istedim. Bu aynı zamanda hoşnutluk da içeren bir şey. Ben filmin böyle geçmesini istedim seyirci için. Filmde kimse ağlamıyor, ağıt yakmıyor, bağırmıyor çağırmıyor durumlar üzerine. Felaket ticareti yapan, acı sömüren bir film değil. Filmin çekim süreci de su gibi geçti. Aslında filmin adını "Su Gibi Geçti" koysaydım (gülüşmeler). Çünkü bu cümle hep vardı kafamda. Ben hep film çekimlerinden önce bir kelime takarım, onunla çekerim filmi. Bu filmi nasıl bitirdiğimizi anlamadım. Bu da su gibi akmakla ilgili bir şey. Benim birkaç filmimi görenler, buradaki film anlayışına çok şaşıracak. "Yengeç Oyunu"nun geçmişteki filmlerime benzediğini zannetmiyorum.

(...)