SABAH yarından itibaren sevgili Nur Batur'un insana parmak ısırtan çabasının ürünü olan "36 sıcak saat" dizisini yayınlamaya başlıyor. 36 saat, Meclis'teki iki tarihi oturumun, 6 Kasım 1991'deki yemin töreni ile 2 Mart 1994'te DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı birleşimin toplam süresini ifade ediyor.
Dizinin taslak metnini soluk soluğa okuduk. Ve o günler film şeridi gibi gözümüzün önünden geçip gitti:
Hatip Dicle yeminine "Ben ve arkadaşlarım bu metni Anayasa'nın baskısı altında okuyoruz" diye başlayınca ortalığın karışması...
Leyla Zana kürsüye başında yeşil-kırmızı-sarı renkli bantla, iki yakasında aynı renklerde mendillerle çıkınca, milletvekillerinin "Göğsündeki bayrağı indir" bağırışlarıyla ayağa fırlamaları...
1994'ün o soğuk Mart gününde polislerin Meclis'e girmeleri ve 19 saat boyunca kordon altında tutmaları...
Dokunulmazlığı kaldırılanlardan Orhan Doğan'ın Meclis bahçesinde başından bastırılarak yaka-paça polis aracına bindirilmesi...
Ve her karede içimiz sızladı. Çünkü o
günlerde Ankara, yani Meclis'inden hükümetine, istihbarat birimlerinden güvenlik güçlerine kadar devletin tüm kadroları toplu cinnetin pençesine düşmüşlerdi. Birkaç istisna hariç. O istisnalar da ne yazık ki gelişmeleri önleyemedi. Yine o günlerde sözünü ettiğimiz gelişmelerin
Türkiye'yi bir girdaba sürükleyeceğini çoğunluk düşünemedi. Düşünenler de seslendirmeye cesaret edemedi. Cesaret edenler de ya etkili olamadı ya da susturuldu.
O dönemin kanlı mirası O günlerin -devlette önemli görevler üstlenmiş- bir tanığı bize şu değerlendirmeyi yaptı:
"PKK ile mücadelede 1992-1998 dönemi bir faciadır. Önce 1970'lerdeki sağsol çatışmalarındaki yöntem tekrar ısıtıldı: Birbirine kırdırmak. Bu, itirafçıları kullanmakla başladı. Sonra Hizbullah yaratıldı. O kadar ki, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında bazı valiler 'Bizim ilimize de birkaç Hizbullahçı gönderir misiniz' talebinde bulunuyorlardı.
Ve nihayet yeşil, lacivert, al, mor müstear isimli karanlık adamlar belirdi, devlet adına cinayetler işlemeye başladılar. Ölüm üçgenleri, ölüm kuyuları, faili meçhuller hep o dönemin ürünüdür."
Yine taslak metni okurken, hemen her sayfada bir soru aklımıza takıldı: Cumhurbaşkanı Turgut Özal yaşasaydı, Meclis'teki o utanç birleşimini önleyebilir miydi? Yanıtını herhalde kimse bilemez.
Ama kesinlikle bilinen bir şey var:
Türkiye o günden sonra ağır, çok ağır bir travmaya girdi. Ve de belimizi büken bir bedel ödedi: En az 40 bin can ve en az 200 milyar dolar.
Söz yine o günlerin tanığının: "
Ekonomik, sosyal tedbirlerle çözüm artık çok gerilerde kaldı. Şimdi en önemli talep kimlik. Ve kimliğin belirleyici unsuru olarak da dil. Bakın dağda 4 bin dolayında militan var. Bunların yüzde 40'ı genç kız. Dağdakilerin ortalama ömrü 7 yıl kadar. Ya çatışmada ölüyorlar, ya da hastalıkla. Hemen hepsi böbrek hastası. Bu gencecik kızlar ölümü göze alarak, öleceklerini bile bile dağa çıkıyorlarsa, oturup düşünmemiz gerekiyor."
Peki neyi düşüneceğiz? Nasıl bir sonuca varacağız? Veya varmamız gerekiyor?
İşte yanıtı: "
Türkiye'nin bu sorunu çözebilmesi için önünde en fazla iki yıl var. Bu son iki yıl iyi değerlendirilmezse, çok daha ciddi, hatta vahim bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz."
Doğru: DEP'liler Anadolu'ya her gün şehit cenazelerinin gönderildiği o günlerde tahrik edici çıkışlarıyla "Tarihi bir hata" yaptılar ama devlet kadroları da o hatanın bir trajediye dönüşmesine yol açtılar. En azından seyirci kaldılar. Ve Türkiye'yi bir açmaza sürüklediler. Çıkış için sadece iki yılımızın bulunduğu bir açmaza...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 3 Nisan 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/03//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.