kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
23 Mart 2009, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ÜLKÜ TAMER

Bir ayağı sevgilere, bir ayağı ölüme

Cumartesi günü Dünya Şiir Günü'nü kutladık. Bu yılın bildirisini Kemal Özer kaleme almış.
Kemal çok eski, çok sevdiğim dostlarımdan. İlk kitabı Gül Yordamı 1959'da yayımlanmıştı. Ben de ilk kitap tanıtma yazımı onun için yazmıştım.
21 Mart'ta Kemal'in bildirisini okurken o günlere döndüm. Elli yıl önce, Yeditepe dergisinin 16/30 Nisan 1959 tarihli sayısında yayımlanmış "Bir ayağı sevgilere, bir ayağı ölüme" başlıklı ilk yazımı sizlerle paylaşmak istedim:
Kemal Özer'in kelimeleri Peynet çizgileriyle kurulmuş bir yalnızlık ülkesinde dolaşır ve hep sırça köşklerde dinlenir. Sırça köşkler... yani sevgiler, ölüm, galiba biraz da korku. İşte bunun için yazımın adını "Bir ayağı yalnızlığa, bir ayağı da" koymalıydım. Çünkü Kemal'in yalnız iki ayağının değil, bütün ayaklarının ıssız Bulvar'da, kimseciklerin soluk almadığı Laleli'de ve tenha saçlarda gezindiği zaten besbelli... Kemal işte o yalnızlık ülkesinin "bir koyu halk" isteyen şairidir. Öylesine ister ki bir ara kendini sahiden o halkın içinde sanır, kalabalığın sorunlarına eğilir, onlarla uğraşır ve kıralları sevmez, inceden inceye alay eder onlarla. Sonra bir bakar, kırallar yok, o insanlar yok. Ve Kemal yalnız olduğunu, "adının hiç çağrılmadığını", "uzakta bir başına" kalıverdiğini anlar. Ve işte tam burada şiirlerinde tıkır tıkır işleyen hüzün doğar.
Biraz da Kemal'in olmıyan kadınlar doğuruyor bu hüznü. "Belirsiz bakışlarla uyanık duran" Meryem'ler, "ne zaman öpülse kocaman birer boşluk" olan ağızlarıyla Leyla'lar. Ama bunu da Kemal'in yalnızlığına bağlamak gerekiyor bence.
Burada Kemal'deki bir eksikliği belirteyim. Nedense yalnızlığını çözümlemeye çalışmıyor Kemal. Sevgilerinde, ölümde de bu böyle. Gül Yordamı 'nı okuduktan sonra anlıyoruz ki şair bize bu konularda bir bildiri sunmaktan çok bazı tesbitler yapmakla yetinmiştir.
Tesbit. Kemal'in şiirlerini düşünürken bu kelime önem kazanıyor. Sahiden onun şiirleri birer tesbit şiiridir. Bir durumun tesbiti. Şiirde bir öykü varsa bile değişik anların, ya da "Kıyı" şiirinde olduğu gibi ayrı olayların tesbitleriyle kuruluyor.
Ve ben böylelikle Kemal Özer şiirinin biçimine geliyorum. Zaten Kemal'in biçim özeni, galiba buna pek önem vermesi, bu konuda da konuşturacak beni. Aslında buna biçim özeni dememem gerekirdi; biçim derken birtakım kalıplara, simetrilere kapılmış Kemal. Onu anlatmak istiyorum. Öylesine simetriler ki ve öylesine kusursuzlar ki, şiiri okurken onlara kapılıyor, asıl şiiri unutuyoruz. Hatta dışında kalıyoruz şiirin. Sonra "savaşırlık için açılan bir gül aralarında" gibi mısralar da yaratıyor bunu. O mısraları çözmeye, anlamaya çalışırken "ilk etki"yi alamıyoruz. Bu, şiirinin bir kusuru değil, özelliği. Kemal Özer'in şiiri insanı ilk okuyuşta vuran bir şiir değil, her okuyuşta biraz daha yaralayan bir şiirdir. İlk okuyuşta vuran şiirleri yok mu? Var elbette. Kelimeler arasında aynı ilişkileri denemeyi, "ellerini boyuyor kimin tutarsa kan" gibi artık mekanikleştirdiği değiştirimleri bıraktığı ve böylece aynı biçimlerin getirdiği ortak havadan uzaklaştığı zaman vurucu, canlı şiirler veriyor. Örnek: Kitabın en iyi şiiri olan "Ağıt" . Bu şiir bazı mısra yapıları zayıf olmasına rağmen çok iyi bir şiirdir. Çünkü Kemal o şiirde bazı kalıplardan kurtulmuştur. Yukarda bir kusurdan değil, bir özellikten bahsettim. Sözümü birazcık geri alıyorum. Kemal'in daha iyi şiirlere varması için artık alıştığı, ustası olduğu, şiirine karşı çalışmaya başlayan kalıplardan kurtulması gerekiyor. Bu arada şiirlerinin sonunda değil, bazı mısralarının sonunda geliveren "şok"lara çok güvenmemeli.
Çünkü bunlar da onu başka bir "mekanik"e götürebilir.
Gül Yordamı'ndaki bütün şiirleri daha önce okumuştum zaten. Yeniden, hepsini birden okuyunca bunları düşündüm. Kitabı okuyunca siz de belki bunları, belki başka şeyleri düşüneceksiniz. Ama okurken Kemal'i ikinci yeni, üçüncü eski bir şair olarak değil, "bağımsız" bir Kemal Özer olarak düşünün. İsterseniz şiirlerinin sonlarına da dikkat edin. Belki alıştığınız kesin, bitiren bir son mısradan çok, "öğretir gibi ona paylaşılmaz olanı", "türküsü kime vuran bırakılmış olmanın", "alarak şapkasını sonsuzluğa asılı" gibi havada kalıveren son'ları, onların getirdiği havayı seversiniz.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın