Simone de Beauvoir, ölüm döşeğinde yanından ayrılmadığı annesini anlattığı
Sessiz Bir Ölüm isimli romanında, şu gerçeğin altını çizer:
Her ölüm sessiz bir çığlıktır.
Evet, her ölüm sessiz bir çığlıktır.
Çünkü, hayattaki tek mutlak gerçek ölümdür.
Ve o gerçeğe en çok yaklaşılan an, ölüm anıdır.
İnsanın çırılçıplak kaldığı, süngülerinin düştüğü, duvarlarının yıkıldığı, kendini âciz hissettiği o an; aynı zamanda insanın kendisine en çok yaklaştığı, en çok
"kendisi olduğu" andır.
Bu nedenle ölüm her zaman ve her durumda bir ülkü uğruna olsa bile insanın kendisine aittir.
Hayatta her şeyi deneyip, tecrübe edebilirsiniz ama
ölümü tecrübe etme şansı yoktur.
Ölüm tecrübelerimiz hep başkasının üstündendir.
Sevdiklerimizin, yakınlarımızın ölümleri; ölümle kurduğumuz köprülerdir. Ve tam da bu yüzden, ölenin peşinden döktüğümüz gözyaşları, biraz da kendi ölümümüze sessiz bir ağlayıştır.
Ancak bazen insan, ölümle yaşam arasındaki o pamuk ipliğinden yapılmış köprüde ölüm tarafına gidip gelebilir. Yani ölümü değil ama ölüm anını tecrübe edebilir.
O "büyük deney"... O şoklanma hali... O her şeyin bittiğinin düşünüldüğü an...
Kimileri bu anı yaşayabiliyor.
Hollanda'da düşen uçaktan sağ kurtulan yolcular gibi.
Boğaz Köprüsü'nden kendini atan ancak mucize eseri ölümden dönen 32 yaşındaki Serdar Abdurrahman Taşkın gibi.
Ölüm anını tecrübe ettikleri için artık onların hayatı hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.
Serdar Abdurrahman Taşkın, ölümden döndükten sonraki hayatını şöyle anlatıyor: "Ben artık korkma hakkına sahibim. Şu anda trafikten korkuyorum, karşıdan karşıya geçerken daha dikkatliyim, bir yerden düşmekten korkuyorum.
Yaralanmaktan korkuyorum, şu an daha fazla korkuyorum. Hayat benim için şu an daha çok değerli çünkü hayatımı kazandım. Köprüden sonra yeni bir dönem başladı hayatımda, çocukluğumdan beri ideal edindiğim üzere kendim olarak devam edeceğim yoluma bundan sonra. Bu benim ikinci doğumum ve ben yeniden başlıyorum hayata." Hayata yeniden başlamak. Neden şimdi? Neden sadece ölümle yüzleştiğimizde hayatımız üstüne düşünüyoruz. Hayatın 'normal' akışında bu hassasiyeti niye göstermiyoruz? Evet, ölümün işlevi hayatı işaret etmesi, hayatı kıymetlendirmesidir.
Ölüm olduğu için hayat değerlidir. Ancak insanoğlu ölümü unutmaya meyilli. O kendisini hatırlatana kadar. Oysa hayatın içinde iken de ölümün içindesinizdir. Bazı hücreleriniz yenilenirken bazıları ölür. Lucretius'un dediği gibi, "İnsanlar yaşarlar ve hayat meşalesini koşucular gibi birbirlerine devrederler." Bu nedenle Sokrates, "Z
or olan; ölümden kaçmak, kaçınmak değil, kötülükten kaçınmaktır," der. Çünkü kötülük daha hızlı koşar.
İNSANIN SAVAŞI Bu nedenle ölümlü insanın en büyük savaşı, kendisine karşı verdiği savaştır.
Ne yazık ki bu savaşı kaybediyoruz. Hayatı hiç ölmeyecekmiş gibi hoyratça yaşıyoruz. Mağrur bir edayla, her şeyi baştan sona yönettiğimiz, kontrol ettiğimiz sanrısıyla.
Ölümü unutmak için mezarlıkları şehirlerin dışına taşıyoruz. Bu yetmezse ölümü kutsayıp, yüceltiyoruz.
Veya
Türkiye gibi ölümün değil yaşamın tesadüflere bağlı olduğu bir ülkede yaşıyorsanız, ölümü kanıksıyorsunuz. Tabii ki, bir rastlantı avuçlarınızdakileri alıp götürene kadar.
Oysa mücadele etmemiz gereken ölüm değil, hayat. Sokrates'e "
otuz zalimler seni ölüme mahkûm ettiler" denildiği zaman:
"Tabiat da onları" demiş.
Ölümü ve tabii ki hayatı böylesine sakin kabullenmek için bilge olmak gerekir.
En azından
"olmak" gerekir.
Tarih boyunca tüm dinler, felsefeler, edebiyat insanın kendisiyle savaşı için varoldu. Hepsi insan denilen varlığın sonsuzluk içinde küçük nokta olduğuna işaret etti. Felsefeciler hep bu sorunla cebelleşti. Dinler; ağır yaptırımlar, cezalar getirdi.
Tabii ki İslam dini de. İslam dinine göre de ebedi olan ahirettir.
"Her canlı ölümü tadacaktır." Can-beden insanlara emanet edilmiştir. Bu emanete ihanetin bedeli cehennemdir. Ama ne kadar çok 'ihanet' var.
İnsanoğlu ölümle yüzleşmiyor. Hayatı hiç ölmeyecekmiş gibi hoyratça kullanıyor. Kötülük galebe çalıyor.
İyililik ve ahlak için ne din, ne ideoloji ne de başka bir şey yeterli değil. Çünkü iyilik insanın geldiği yoldan değil, gittiği yoldan geliyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 1 Mart 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/01/pz/haber,933067AB69014393917CD7CCE43505A9.html
Tüm hakları saklıdır.