Filmler sevilir ya da sevilmez. Bunun da fazla bir önemi yoktur. Dünyada onca ciddi şey dururken! Yine de günün birinde biri (özellikle bir sinemasever) insanları "Barselona, Barselona'yı sevenler ve sevmeyenler," diye ikiye ayırmaya kalkarsa, ben bu 'bölücü tavıra' itiraz etmem! Çünkü zaten çok sevdiğim 74 yaşındaki Woody Allen'ın bu (yaklaşık) 40. filmi, bence yalnızca olgunluk döneminin parlak bir ürünü olmakla kalmıyor. Onun ve dolayısıyla bizim hayata bakışımızı da saptıyor, sınıyor ve belirliyor. Allen'ın yine yazıp yönettiği film, ana çizgileriyle bir 'Manhattan hikâyesi'. Ama bu kez kadın-erkek kahramanlar, aşk ve ilişkiler çevresinde oluşan tüm küçük, gündelik ve sıradan serüvenlerini, bu ilişkiler üzerine mızmızlıklarını, huysuzluklarını, mutluluk ve daha çok mutsuzluklarını değişik bir dekorda yaşıyorlar: Barselona ve yakınındaki küçük Ovideo köyünün oluşturduğu o Akdeniz cenneti ikliminde, Gaudi veya Juan Miro gibi sanatçıların damgaladıkları o estetik çevrede... Ve bu yepyeni çevre, küçük adama da hayli esin getirmiş, belli...
ORTALIK İYİCE .ENLENİYOR İki kız arkadaş, kendilerinden yaşlı ve konuksever bir Amerikalı çiftin evlerinde kalmak üzere Barselona'ya geliyor. Tam bir Amerikan püriteni olan, İspanyolca ve İspanyol sanatı eğitimi almış, üstelik evlenmek üzere olan Vicky. Ve sanata meraklı olsa da hiç yeteneği olmadığına inanmış, hayatı bir ırmaktan su içer gibi içmek ve her şeyi denemek isteyen, maceraların rüzgârına bağrını açmış Cristina... Burada karşılarına tam hikâyelerdeki gibi bir İspanyol erkeği çıkıyor: Sakalı uzamış, hırpani kılıklı, ama alabildiğine seksi bir ressam... Juan Antonio, hem kızlara daha ilk görüşmede seks (hem de birlikte seks!) önerecek kadar cinsellik düşkünü hem de onlara şamenko gitar dinletmekten modern resim şaheserleri göstermeye kadar romantik ve incelikli bir adam. Yani tam bir Latin erkeği... Antonio'ya ilk kapılan elbette Cristina oluyor. Ama onunla beraber olmayı, olayların tuhaf gelişmesi sonucu, tam bir Katolik rahibesi gibi davranmasına karşın Vicky başarıyor. Daha sonra Juan'ın eski ve çılgın karısının ve Vicky'nin müstakbel kocasının da katılmasıyla, ortalık iyice şenleniyor. Sanırım hemen herkes, en azından filmin son dönemdeki en eğlenceli Allen filmi olduğunu kabul edecektir. Ama sadece o kadar mı? Bence Allen, o edebi olmakla dalga geçmek arasında gidip gelen 'anlatıcı' ses de dahil olmak üzere, çok şeyle ince biçimde alay etmeyi başarıyor. Film, cinsellik üzerine tüm kalıplaşmış görüş ve düşünceleri, çağdaş kadınerkek ilişkilerinde aynı biçimde oluşmuş önyargıları allak-bullak ediyor. Aynı zamanda birçok mitosu da: Latin erkeğinden Amerikan ahlakçılığına, her şeyin gerisindeki boşluğu göstererek... Bu zarif saldırıdan yara almadan kurtulan yok; ne tüm güzelliğine karşın bir müze gibi sunulmuş o eşsiz İspanyol dekoru ne hemen hepsi gülünç bir böbürlenmenin ve bir fiskeyle yıkılacak yapay bir mutluluğun (ev sahibi çifti düşünün!) sahibi olarak gösterilen Amerikan ailesi... Ve ne de cinsellik timsali sanılan, ama tıpkı Fellini filmlerindeki Marcello gibi aslında kof ve de duygusal olan Latin erkeği... Hepsi Woody'nin fırçasını yiyor ve bize aslında acıklı bir güldürü sunuyorlar. Evet, Allen bu filmde sunduğu 'insanlık durumu'yla sınırları aşıyor, Moliere'den Bernard Shaw'a uzanan bir çizgi üzerinde, komediyi kullanarak insanoğlunun biçareliğini gösteren o büyük yazarlara katılıyor. Bu, onun gerçek başyapıtlarından biri. Tüm oyuncular çok iyi. Ama filmin neredeyse yarısında kendi dillerini konuşan iki İspanyola, Penelope Cruz ve Javier Bardem'e ayrı bir şapka çıkarmak gerek.
BARSELONA, BARSELONA * * * * (Vicky Cristina Barcelona) Yönetim ve senaryo: Woody Allen/ Görüntü: Javier Aguirresarobe/ Oyuncular: Scarlett Johansson, Javier Bardem, Rebecca Hall, Penelope Cruz, Manel Barcelo, Patricia Clarkson, Kevin Dunn, Christopher Ewan Welch/ ABD-İspanya ortak-yapımı.
Yayın tarihi: 28 Şubat 2009, Cumartesi Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/28/ct/haber,17CBD40B7BA74E278A66893DD12A921C.html Tüm hakları saklıdır.